AKGÜN Yazılım Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ahmet Hamdi Atalay, ülke güvenliğini yakından ilgilendiren konular hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Tecrübelerini SavunmaTR mikrofonlarına anlatan Atalay, ülke güvenliğinin önemini ele alan açıklamalar gerçekleştirdi.

"Ordumuz ne kadar güçlü olursa Türkiye o kadar güçlü olur"

Türkiye'nin konum itibariyle çok önemli bir coğrafi alana sahip olduğunun vurgulayan Atalay, ülkemizin bulunduğu coğrafyada yaşanan problemlerden dolayı ordumuzun her daim güçlü olması gerektiğini dile getirdi.

"Bu kadar çok düşman olunca düşmanla mücadele edebilmek için düşmanı korkutacak silahlarınızın olması lazım. Bu da savaş meydanında düşman ne silah kullanıyorsa, sizin en büyük silahınız yüreğiniz ama, yanına diğer silahları da koymanız lazım. Hem başarılı olmak için hem de düşmanı caydırmak için. Ne demiş atalarımız, 'Barış istiyorsan cenge hazır ol.' Bizim cenge, savaşa hazır olmamız için illa savaşmamız gerekmiyor. Temennimiz yeryüzünde savaşlar yok olsun inşallah, insanlar ölmesin. Ama bu realiteyi de tek başımıza, Türk milleti olarak değiştiremeyiz. Etrafımızda her türlü fitne, fesat, olumsuzluk kol geziyor. Bu coğrafya dünyanın en kıymetli arsasıdır. Anadolu coğrafyası öyle bir coğrafya ki, dünyanın merkezi ve bunu herkes kabul ediyor. Ne diyorlar? 'Dünya için bir merkez tespit edilecek olsa bu İstanbul olur' diyorlar. Gerçekten de, kürede öyle görünüyor. Öyle olunca bu coğrafyanın tarihsel süreciyle, hiçbir zaman sükunetli olmadığı görülür. Bu coğrafyada hep bir problem olmuştur. İşte burada güçlü olabilmek için ordunuzun da güçlü olması gerekir. Zaman zaman gördüğümüz 'Güçlü ordu, güçlü Türkiye' sloganında belirtildiği gibi, gerçekten ordumuz ne kadar güçlü olursa Türkiye o kadar güçlü olur. Ordumuzu güçlü kılacak en önemli unsurumuz insanımızdır. Mehmetçik, her türlü silahtan üstündür. Ama bizim Mehmetçiği de korumamız, silahın önüne siper etmemizim lazım. Bu arada Mavi Vatan’ı da unutmamak lazım. Hem karasal vatanımızın hem Mavi Vatanımızın hem göklerimizin ki, Atatürk 'İstiklal göklerdedir.' demiştir; dolayısıyla hem de göklerimizin korunması gerekir. 'Kimsenin toprağında gözümüz yok' diyor Cumhurbaşkanımız… Atatürk yıllar önce 'Yurtta sulh cihanda sulh' demiş… Bizim kimseyle derdimiz yok. Ama kavga varsa da bundan kaçacak halimiz yok. O zaman, kavga olmuş biz de kaçınılmaz olarak o kavga olacaksak ki oluyoruz; bizi zorla da olsa o kavgaya dahil ediyorlar, o zaman o kavgadan galip çıkmak için bizim elimizde etkili araçlara sahip olmamız lazım. İşte o araçlar da savunma sanayiidir."

"Vakıf şirketleri Türk savunma sanayiinin omurgasını oluşturur"

Savunma sanayiini tarihsel açıdan da değerlendiren Ahmet Hamdi Atalay, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan bugünlere kadar gelen Türk savunma sanayiinin gelişimini detaylı bir şekilde ele aldı.

"Savunma sanayiinin tarihsel geçmişine baktığımızda, Fatih’ten başlayan top dökme macerasından itibaren Türklerin savunma sanayiine yönelik girişimleri hep olmuştur. Ama biz son dönemi ele alacak olursak, herhalde 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan başlatmak lazım. Barış Harekatı’ndan sonra kurulan vakıflar ve o vakıfların kurduğu ASELSAN, HAVELSAN gibi şirketler ve daha sonra kurulan TEI, ROKETSAN vs. gibi şirketler; Türk savunma sanayiinin omurgasını oluşturur. Biz bunlara vakıf şirketleri diyoruz. Niye? Çünkü bu şirketlerin belli yüzdeleri Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na aittir. Vakıf şirketlerinin omurga olduğu bir savunma sanayiimiz var. Bu savunma sanayiimizin de tarihçesini biz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan başlatabiliriz. Tabii aynı zamanda Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın başlangıcı da daha sonra olsa da o tarihe uzatılabilir. 1980’li yılların başında, rahmetli Turgut Özal’ın yönetiminde hem Savunma Sanayii Başkanlığı hem de diğer vakıf şirketleri kuruldu. Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile birlikte, savunma sanayiine TSK ile beraber uzun süreli bir strateji konuluyor. İhtiyaçlar belirlendi ve o ihtiyaçlara yönelik 10 yıllık planlar yapıldı. Sonra o planlar, projelere dönüştürüldü ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı da o projeleri, hem yönetmeye hem de o projeleri gerçekleştirecek firmalara dağıtmaya başladı. Kabaca modelimiz bu, dünyada çok özgün bir model. Çok da beğenilen bir model. Yurt dışı ziyaretlerinde bu modeli diğer ülkelere anlattığımızda onlara çok ilginç geliyor. Çünkü artık dünyada pek çok ülke savunma sanayiinde bağımsız olunmazsa temel bağımsızlığın sağlanamayacağını anlamış durumda. O yüzden pek çok ülke savunma sanayiini oluşturmaya çalışıyor ya da ülkeler bir araya gelerek birlikte bir şeyler yapmaya çalışıyor. Biz çok şükür bu alanda, özellikle 80’lerden sonra bu alanda müthiş bir ivmelenme kazandık. Hatta dünyada kendi uçağını, gemisini, tankını, topunu, elektronik harp sistemlerini, askeri haberleşme sistemlerini yani savunma konseptine girebilecek bütün ürünlerini kendisi yapan ya da yapmaya çalışan Amerika, Rusya, Çin ve Fransa dışındaki bütün ülkeler savunma sanayiinin sadece belli yerlerinde varlar. Örneğin Almanlar’ın savaş gemileri var ama uçak sanayiileri yok. Yelpazenin tamamının üzerinde oturan bir savunma sanayii kuran veya kurmaya çalışan 4 tane ülke var. 5’inci kim? Türkiye. Bize zaten daha aşağısı yakışmaz, Türk milleti her şeyin en iyisini yapabilme kudret ve kabiliyetine sahiptir. Ama imkanları da düşünmek lazım. Dolayısıyla bu kadar geniş yelpazede bir savunma sanayii kurmak, oldukça iddialı bir durum. Tabii bu iddiaya son sönemde Sayın Cumhurbaşkanımız, şahsi olarak da yüklenmiş vaziyette. Özellikle 2005’lerden 2007’lerden sonra bu konuya daha da özel zaman ayırmıştır. Bu da bir ivmeleme sağlamıştır bu alanda. Zaten bir gelişme trendindeydi Türk savunma sanayii, Sayın Cumhurbaşkanımızın kendi himayesine alması ve yakından takip etmesiyle birlikte bu alanda genel gidişattan daha hızlı bir ivmelenme söz konusu olmuştur. Bugün, hakikaten çok başarılı sayılabilecek, örnek olabilecek bazı ürünleri artık yerli ve milli olarak Silahlı Kuvvetlerimizin kullanımına sunmuş vaziyetteyiz. Bugün bizim açılışını veya TSK’ya teslimini yaptığımız ürünlerin pek çoğu belki 10 belki 15 yıl öncesine dayanıyor. Çünkü savunma sanayiinde bir ürün ortaya koyabilmek aylar içinde olabilecek bir iş değil. Esaslı ve büyük projelerin geçmişi minimum 10 yıldır. Çok şükür 15-20 yıl önce başlayan projelerin çoğu artık meyve vermeye başladı. Meyvelerin kimisi hamdır kimisi olgunlaşmıştır. Ama bundan sonra meyve verme dönemindeyiz. Bütün sanayii alanlarında olduğu gibi savunma alanında da önce var olan ürünlerin, dışardan ithal edilen ürünlerin bakım ve idamesiyle başlanmış. Örneğin HAVELSAN kurulurken yurt dışından gelen Amerikan ve Fransız radarlarının tamiri için kurulmuş. Fakat son işte bugün Türkiye’deki en büyük yazılım firması haline gelmiş. Şimdi dolayısıyla önce tamir-bakım, sonra üretim, son o üretime değer katan birtakım ilave fonksiyonlar, sonra kendi tasarımlarımız, kendi tasarımlarımızın üretimi, sonra o tasarladığımız ve ürettiğimiz sistemlerin ithal olan alt sistemlerini yerlileştirmek… Şimdi alt sistemden malzemeye doğru gidiyoruz. Yani sistemin tasarım ve üretimini yaptık, alt sistemlerimizi millileştirdik, yerlileştirdik; şimdi o alt sistemlerde kurulan komponent ya da malzemeleri de üretme aşamasına geldik. İşte onu da başardığımızda artık gerçekten tam bağımsız Türkiye’den bahsedebiliriz. Orada da ilerliyoruz. Tabi bu saydığım aşamaların her birinde kendine özgü zorluklar var. Örneğin sistem tasarımı ve üretimi için iyi bir mühendislik gerekiyor. Türk mühendisleri de dünyanın en yetenekli mühendisleri, o yüzden hiçbir sıkıntımız yok. Ama siz sistem altı seviyesine, komponent ve malzeme seviyesine indiğinizde, orada mühendislik ötesi şeyler gerekiyor. Ne gerekiyor? Temel bilimler gerekiyor. Fizik, kimya, matematik artık orada geçerli oluyor. İşte temel bilimler konusunda çok iyi uzmanlarımızın olması gerekiyor. Bence bu alanda açığımız var ama mühendislikte hiçbir eksiğimiz yok.Bugün geldiğimiz aşama itibariyle savunma sanayiinin bütün segmentini kapsayan bir vizyonla devam ediyoruz. Burada bir risk görüyorum. Savunma Sanayii Başkanlığımızın açıkladığına göre Türk savunma sanayiinin Pazar büyüklüğü 10 milyar dolar mertebesinde. Şimdi 10 milyar dolarlık bir Pazar büyüklüğü, bizim dünyada rekabet ettiğimiz Amerikan veya Fransız şirketlerinin kiminin 10’da 1’i, kiminin 3’te 1’i. Bizim bütün savunma sanayiimizin büyüklüğü, çok uluslu şirketlerden bir tanesinin büyüklüğünün 10’da 1’i. Bunun altını çizmek istiyorum. O yüzden çok büyük olmayan bir pazarımız var. Bu büyüklükteki bir pazarın, bu kadar geniş bir endüstriyi beslemesi kolay değil, hatta imkansız. O yüzden bir süre sonra bu sistemi beslemeye iç pazar yetmediği için sistemin tıkanma riski var. Bunun da tek çözümü olduğunu düşünüyorum o da; ihracat. Biz bu havuza dışarıdan su taşıyamadığımız sürece, bu havuzu bizim kendi musluğumuzdan doldurmamız mümkün değil. Kendi musluğumuzdan bu havuz dolmayacağı için bu havuzdaki bütün balıkları besleyemeyiz. Uçağımızı, gemimizi, her şeyimizi bu havuzun suyu beslemez. Buraya dışarıdan su akması lazım. Burada ihracat diyoruz. İhracatta da belli mesafeler kaydedildi ama bence ihracatta yapabileceğimizin tamamını yapmış değiliz. Başka ihracatlardaki başarımızı savunma sanayii alanında gerçekleştirmiş değiliz. Orda 2,5 3 milyar dolarlık bir ihracattan bahsediyoruz ama o 2,5 milyar dolarlık ihracatın içinde sivil uçaklar da var. Dolayısıyla o pür savunma ihracatı değil. Gerçek savunma ihracatı bunun çok altında ve bunun çok büyümesi lazım. Biz savunma ihracatımızı da belli bir noktaya getirirsek inşallah, o zaman bizim savunma sanayiimizin de beslenecek akarları olacaktır. O da işte bizim savunma sanayiimizin geleceğine daha iyi bakmamıza sebep olacaktır. Yoksa kendi iç kaynaklarımızdan bu sistem ya çok yavaş ilerleyebilir ya da bütün alanlarda gelişme sağlayamayabiliriz."

"Siber güvenlik artık milli bir meseledir"

AKGÜN Yazılım Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ahmet Hamdi Atalay, siber güvenliğin ülke güvenliği açısından çok önemli olduğunu söylerken, siber savaşlara örnek verirken Amerika Birleşik Devletleri'nin 42. Başkanı Bill Clinton'ın sözlerini hatırlattı.

"Siber güvenlik konusu gerçekten artık bir milli meseledir. Ulusal güvenliğin asli unsurlarından biridir. Artık nasıl ki ülkelerin kara, deniz, hava kuvvetleri varsa şimdi bir de siber kuvvetleri var. Amerika’da Siber Kuvvetler Komutanlığı var. Nitekim Türkiye’de de kuruldu. Dolayısıyla çok önemli bir konu. Bir söyleme göre, artık uçaklara belki ihtiyaç bile kalmayacak. Kabaca 100 milyon dolarlık bir savaş uçağının vereceği tahribatın, çok daha fazlasını 100 dolarlık bir virüsle herhangi bir ülkeye verebiliyorsunuz. Nitekim bunun örneği var. Birkaç sene önce İran’a Stuxnet diye bir saldırı yapılmıştı. İran’daki nükleer reaktörün, projenin en az 5 yıl gecikmesini sağlayan yazılım 100 dolar bile değildi. Şuanda bir siber savaş yaşanıyor. Tabii savaş denince aklımızda bir algı var ve ona benzetmeye çalışıyor. Halbuki siber savaş farklı bir şeydir. Eski ABD Başkanı Clinton’ın bir siber savaş tanımı var. Clinton,  'Benim ülkeme, benim ülkemin sınırları dışında yapılan hangi ortamdan olursa olsun, her türlü saldırı siber savaş niteliğindedir' şeklinde tanımlıyor. Şimdi dolayısıyla siz bir ülkenin altyapılarına veya menfaatlerine yaptığınız her türlü saldırı (Sistemi bozma, durdurma, hizmeti engelleme vs.) savaş nedeni sayılıyor. Siber savaş, asimetrik bir savaş türü. Nasıl asimetrik savaş? Kimin yaptığı belli değil, nereden geldiği belli değil, ne zaman olduğu ve olacağı belli değil, ayrıca karşında bir muhatap yok, ordu yok. Öyle olunca asimetrik bir durum var. Bilinen bütün denklemleri değiştiren, bütün konseptleri değiştiren bir alan orası. Oraya bütün dünya hazırlıksız. Şu anda herkes orda kendince bir sistem oluşturmaya çalışıyor. Herkes diyor ki işte Rusya-ABD arasında, Çin-ABD arasında bir siber savaş sürüyor. Henüz öyle çok canlarını acıtacak mertebeye ulaşmadığı için de çok fazla su yüzüne çıkmıyor. Ama birbirlerini yokluyorlar, birbirlerine çelme takıyorlar, birbirlerine tekme atıyorlar siber alanda ama henüz yumruk yumruğa gelmiş değiller. Her an bu olabilir. Bu bize de yapılıyor. Mesela Suriye’de siber ordular kuruluyor. İran ve Suriye rejimi bölgedeki en güçlü siber ordulara sahip ve onlar da bize saldırılar yapıyorlar zaman zaman. Dolayısıyla siber alan ciddi bir alan. Başkanlığını yaptığım Bilgi Güvenliği Derneği 2005 yılından beri bu konuda farkındalık oluşturmaya çalışıyor. Yanlış hatırlamıyorsam 2010 yılıydı, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’na siber konusunu ilk götürdüğümüzde 'Bu konu bizim ilgi alanımıza girmiyor' demişlerdi. Bugün ise Savunma Sanayii Başkanlığı’nda Siber Güvenlik Dairesi var. Bu noktaya geldik çok şükür."

"5G'nin siber güvenliği çok önemli bir konu"

1G, 2G, 3G ve 4G'nin özelliklerini, gelişimlerini, kullanım şekillerini detaylı bir şekilde aktaran Atalay, 5G'deki siber güvenlik konusunun altını çizdi.

"Yapay zeka ve 5G, siber saldırılar ve onlara karşı savunma tedbirleri öyle bir noktaya geldi ki bunlar normal insanların artık yapabileceği şeyin üstüne çıkmaya başladı. Sadece insan dikkatiyle, insan eforuyla yapılabilecek şeyleri aşmaya başladı. O zaman burada robotlar, makineler (bilgisayarlar) falan kullanmak gerekiyor. İşte yapay zeka devreye giriyor. Yani saldırıları önceden tespit eden, daha saldırı olmadan anomal tespitiyle olma ihtimallerini araştıran, o saldırıların tespit ettikten sonra ona karşı tedbir alan, açıklık zafiyetler varsa onları kapatan, gerekirse karşı saldırı yaparak saldırı gelen tarafı susturan mekanizmalar ancak yapay zeka ile mümkün. Onlar da yavaş yavaş devreye girmeye başladı. 5G boyutuna gelince, 5G çok sembol olmuş. Buradaki kasıt şu aslında, giderek her şey internete bağımlı hale geliyor ve mobilden erişilebilir hale geliyor. Aslında 5G’nin biraz öne çıkması bundan. 'G' 'Generation' demek, biz ona 'N' diyoruz. Mobil haberleşme teknolojilerinin birinci nesli analogdu. İkinci nesli dijital oldu ve adı GSM’di. Şimdi GSM’i kimse konuşmuyor ama o aslında 2G. Sonra üçüncü nesil geldi, 3G veya 3N. 3G görüntülü görüşme yeniliğiyle sunuldu. Farkı anlatmak için böyle sunuldu. Niye? Çünkü daha geniş veri iletimini sağlayan bir platformdu 3G. Ama 3G’de uçtan uça IP teknolojisi yoktu. Bir internet ortamı gibi değildi. 4G ise Long Term Evolution (LTE) diye uçtan uçta haberleşme sağlayan bir teknoloji sundu. Yani bilgisayarınızdaki internetin özelliği neyse 4G’nin özelliği de o, aynı mantıkta çalışıyor full IP. Şimdi o yüzden de 4G ile birlikte full IP olduğu için mobil internet, internetten mobil hizmetlere ulaşma, mobil haldeyken interneti kullanma çok yaygınlaştı. Şimdi 5G diyoruz. Aslında 5G sembolik bir şey, 'Next Generation Networks' veya '5G ve Sonrası' deniyor. 5G’de olacağı söylenen şeylerin 5G’de olması mümkün değil. 5G’nin ilerleyen versiyonlarında olabilir. Örneğin 4G’de sunulan özelliklerin çoğu 4G’nin başında yoktu, sonlarına doğru oldu. Buna biz 4,5G vs. dedik, bunlar pazarlama terminolojileri. Ama önemli olan 5G’nin bir sembol haline geldiğidir.

5G’nin bugün kullandığımızdan farkı ne? Bugün kullandığımız mobil internet full IP, tam bir internet erişimini bize sağlıyor. Fakat gecikmesi var. Yani 50 mil saniye 100 mil saniye gecikiyoruz. Örneğin cep telefonunuzdan bir televizyon kanalını izleyin, bir de normal televizyondan izleyin gibi. Oralarda gecikmeler var. Televizyon izliyorsan, bir internet sitesine giriyorsan o gecikmelerin bir önemi yok. Ama örneğin oyun oynuyorsanız, takım olarak oyun oynuyorsanız, dünyanın her bir yerinden kişilerin takım olarak oynadığı oyunlar var; ya da 'real time' dediğimiz gerçek zamanlı olarak yapılan işler var. Örneğin doktor robotik cerrahi ile ameliyat yapıyorsa neden hastanın yanında olsun? Uzaktan yapabilir. Ama uzaktan yapmak için real time komut verebilmesi lazım. Yoksa makasa 'kes' komutu veriyorsun makas 5 mil saniye sonra yapıyor ve sorun çıkıyor gibi. Ya da askeri uygulamada, hedef uçağı yakaladı ve bombaya 'vur' komutu verildi, 50 mil saniye sonra gidiyor hedef kaçmış oluyor gibi. 5G bu gecikmeyi 1 mil saniyeye kadar indiriyor. Bunun yanı sıra baz istasyonlarıyla haberleşiyoruz şuan, baz istasyonlarına bağlanabilecek kişi sayısı belli. İşte bu bağlanabilme kapasitesi 5G ile çok artıyor. Bugün 10 kişi bağlanıyorsa yarın 100 kişi öbür gün 1000 kişi bağlanacak. 5G’nin getirisi bunlar; gecikmeyi azaltıyor, bağlantı sayısını ve hızı çoğaltıyor. Şu an sıradan vatandaşlar için bunun etkisi çok hissedilmeyebilir. Örneğin şu an video, televizyon izleyebiliyorum, ihtiyacım olan şeyler için mevcut kapasite bana yetiyor. Mesela evdeki 4k kalitedeki televizyondan 8k kalitesi istiyorum. Bu da iki kat bant genişliğinin gerektiği anlamına geliyor. Mevcut teknolojiler bunu sunmuyor ama o zaman sunacak. O zaman çok hassas olacak. Örneğin doktor Türkiye’de otururken Afganistan’daki hastaya cerrahi operasyon yapacak. İşte bu teknoloji, onu sağlayabilecek teknoloji. Şimdi böyle olunca her işimizi bunun üzerine yapacağız.

Peki bunun güvenliği ne olacak? Şimdi ben telefonla konuşuyorum, mesaj atıyorum, tweet atıyorum, resim gösteriyorum. De ki bir güvenlik zafiyeti oluştu. Kimlik bilgilerime erişir, çalar veya banka hesaplarıma müdahale eder vs. Siber suçların maaliyeti önümüzdeki sana 6 trilyon dolar olacak, bu sene yaklaşık 3 trilyon dolar. Türkiye’nin GSMH’sı 750 milyar dolar. Yani Türkiye’nin GSMH’sının 8 katı siber suçlar pazarı var. Böyle bir dünyaya gidiyoruz. Biz 5G ile birlikte her şeyi de buraya yüklüyoruz. Ameliyatımızı, atış sistemimizi, oyunumuzu vs. Öyle olunca risk çok daha büyük hale geliyor. O yüzden siber güvenlik ile 5G ve sonrası konuları, 1G’de, 2G’de, 3G’de, 4G’de olandan çok daha hassas bir konu bizim için. Bu teknoloji bitmiş bir teknoloji olmadığı için bir yandan da gelişmeye devam ediyor. O yüzden bugün panik yapacak bir şey yok ama tedbir almak gerekiyor. Bugün hayatımızda olmayan veya öngörmediğimiz pek çok risk yarın karşımızda olabilir. O yüzden 5G meselesinde siber güvenliğin altını ben de çizmeye çalışıyorum."

Salih Çelikyay: NATO, Türkiye'yi bir seçim yapmaya zorlayabilir Salih Çelikyay: NATO, Türkiye'yi bir seçim yapmaya zorlayabilir

"Herkes yapabildiğimiz her şeyi yerli ve milli yapalım demelidir"

Yerli alt sistemleri üretecek KOBİ seviyesindeki alt yüklenicilerinin kendilerini üretim için geliştirmeleri gerektiğini ifade eden Atalay, Türklerin müteşebbis olduğunu ve bu konularda da desteklenmesi halinde daha da başarılı olabileceklerini söyledi.

"Yerlileştirme ve millileştirmenin her alanda olmasının karşısına kimse çıkamaz. Bu kötüdür yanlıştır diyecek bir Allah’ın kulu olamaz. Herkes yapabildiğimiz her şeyi yerli ve milli yapalım demelidir. Ama gene bir endüstriyel işletme bakışıyla da şöyle bakmalıyız: Her şeyi yerli yapmak zorunda mıyız? Dışarıdan bir kuruş mal almayalım görüşü, ütopiktir. Buna kimse hayır demez ama aynı zamanda realistik/gerçekçi bakıldığında; bu ekonomik midir? Bu rasyonel midir? bunu da sorgulamamız lazım. Benim oradaki ölçüm şu: Eğer bir malzemeyi bir ürünü, istediğiniz anda ve istediğiniz yerden alabiliyorsanız, bu durumda ancak daha ekonomikse yerlisini yapalım. Örneğin; Hindistan’dan Pakistan’dan, İtalya’dan istediğimiz zaman alabiliyorsam. Bunda hiç regülasyon veya kısıtlama yoksa ve birden çok kaynaktan alabiliyorsam yani alternatif kaynağım varsa ve Türkiye’de bunu üretmek daha pahalıysa illa bunu yerli yapacağım demenin bir mantığı yok. Ama özellikle savunma sanayiinde bir şeyi istediğiniz zaman alamayabileceksiniz, ki yaşıyoruz bugün onu, size gizli ya da açık ambargolar konduğunda sizin ürün üretememek riskiniz ortaya çıkıyorsa bu gibi kalemleri bazen bedeli ne olursa olsun yerli üretmek zorundasınız. Güvenliğin bedeli olmaz, pahalı da olsa böyle ürünleri yerli üretmelisiniz. Türk insanı her şeyi yapar benim ölçüm budur. Yeryüzünde birinin yaptığı bir şey varsa Türk insanı bunun daha iyisini her zaman yapar. Yapabilirlik kaygımız yok; sadece yapmalı mıyız veya hangi koşullarda yapmalıyız? Şimdi bu yerli alt sistemleri üretecek daha küçük KOBİ seviyesindeki alt yüklenicilerin kendini geliştirmeye ihtiyacı var. Bizim insanımız çok müteşebbis, fırsat görürse oraya her türlü yatırımı da yapar her şeyini de koyar. Ama onun güveneceği ve önünü görebileceği bir yatırım ortamına ihtiyacı var. Artı destek de olursak o zaman her şeyiyle mükemmel olur. Bence parasal destekten çok daha önemli. Ben bu alana yatırım yaparsam ben bu ürünü satarım, araya birileri girmez, konjonktürel nedenlerle bu mal elimden gitmez, alınıp başkasına verilmez gibi kaygılara yönelik garanti verildiğinde bizim insanımız her şeyi yapar. Bir bunu vermek lazım. Yani güvenceyi vermek lazım, sistemin adil işlediğinin güvencesi. İkinci olarak geleceğe ilişkin projeksiyon vermek lazım. Yani satıcının fizilibite yaparken 'Ben gelecek 3 yılda 5 yılda kaç tane satabilirim?' sorusuyla geri dönüşünü hesaplarken, 'Ben bu ürünü ilgili standartlara uygun ve iyi bir şekilde yaparsam bilirim ki Milli Savunma Bakanlığı bunu benden alacak ve benden yılda 500 tane' alacak fikrinde olan bütün sanayiciler tereddütsüz en iyisini yaparlar ve devletten maddi destek de istemezler. Ama bunu veremediğiniz zaman o yatırımı yapmaktan çekinirler veya yatırımı kendi cebinden yapmak yerine devlet desteği ile yapmak isterler vs. Şuanda yaşadığımız bazı sıkıntılar bence buradan kaynaklanıyor. İnsanlarda %100 çalışma ortamı en azından algı olarak oluşmadığından bazı sorunlar yaşanıyor ama ekosistemimiz giderek güçleniyor. 5 tane büyük vakıf şirketinin altını besleyecek ekosistemlere ihtiyaç var. O ekosistemler giderek güçleniyor, daha da güçlenmemiz lazım. Vakıf şirketlerinin değil, ekosistemlerinin büyümesi lazım. Vakıf şirketleri de belli bir büyüklüğe gelince bölünmesi lazım daha verimli olmaları için. Daha dinamik, belli alana odaklanmış bir şekilde. Bugün BAYKAR, Türkiye’nin başarı hikayesidir. Niye? çünkü tek bir işe odaklanmış ve o işi en iyi yapıyor. Hakikaten ben de onların bu işi dünyada en iyi yaptıklarına inanıyorum ve onları tebrik ediyorum. Bütün gönlümle de destekliyorum. Şimdi biz vakıf şirketlerimizi her işi yapar hale getirince, belli alanlarda uzmanlaşma olamayabiliyor ve verimlilikleri azalabiliyor. Halbuki belli bir alana odaklanmış, daha küçük daha kompakt şirketler haline getirirsek ve onları altlarındaki ekosistem ile büyütürsek doğru modele ulaşmış oluruz. Ben bunun olmaması için bir sebep görmüyorum."