"O dönem dünyayı iki kez şaşırttık"

Bağımsız Bosna-Hersek 29 yaşında! Bağımsızlığa giden yolun en önemli şahitlerinden 7. Müslüman Tugayı’nın eski komutanı Şerif Patkoviç çetin mücadeleler ile geçilen o zor yılları anlatarak sözlerine başladı.

"Adım Şerif Patkoviç. Savaş dönemi, şeref başkomutanımız merhum Alija İzetbegoviç’in Bosna-Hersek ordusunun askeri birliklerinden, 7. Müslüman Tugayı’nın eski komutanıyım ve eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde bir devlet olarak Bosna-Hersek ve onun Müslüman Boşnak halkının uluslararası planda tek kelimeyle yok olmaya mahkum edildiği Balkanlar’da, 30 yılı aşkın süredir cereyan eden kimi olaylara ve gelişmelere katıldım, rol aldım. Bosna-Hersek’e saldırıldığı dönemde iki ülkenin, Sırbistan ve Hırvatistan’ın toprak talepleri ve belirli bir coğrafi alanı işgal etme emelleri ile dış saldırısına tanık olduk, ancak çok daha acı olanına, bir halkın bölgeden imhası emellerine de tanıklık ettik.

Alemlerin rabbine şükürler olsun ki o dönemde biz siyasi, ideolojik ve diğer yönden etrafları ve halkı kendi içerisinde olup bitenlerin farkında olan insanlara sahiptik ve bunlar halkın mücadelesi için temel oluşturan bazı hedeflerin gerçek savunulmasına öncülük ettiler.

Rahmetli Cumhurbaşkanı İzetbegoviç, parti ile Eski Yugoslavya’daki tüm olaylar ve parçalanmanın tanığı ve hareketin lideri olarak Boşnakların, donanım olarak zayıf pozisyonunu da bildiğinden savaşı en az isteyen kişiydi. Fakat iş ona gelirse, sadece samimi bir tavır ve gerçek değerleriyle Bosna-Hersek ve Müslüman Boşnakların o dönemde korunabileceğinin de bilincindeydi. Bizler deyim yerindeyse yurdumuzun elimizden alınmasına adeta mahkum edilmiştik. Uluslararası toplum, savaş sırasında net olarak tanımlanamayacak bir tavır sergiledi. İlkin bizi devlet olarak tanıdılar, sonra da tek kelimeyle komşu devletlerin unsurlarına bizi parçalamaları için terk ettiler.

Cumhurbaşkanımızın da dediği üzere biz o dönemde dünyayı iki kez şaşırtmasını bildik. İlk olarak Sırbistan’ın planlarına göre yedi ila on beş günlük sürede yenilmedik ve teslim olmadık. İkincisi de tarihi değerlerimizi ispat ettik, adaleti ve doğruluğu özünde miras alan halkın değerlerini koruduk. Katliam ve suçlulara aynı ölçüde karşılık vermedik. Bilakis burada bir tebliğin, bir misyonun temsilcileri düsturunu koruduk.”

“Srebrenitsa katliamına izin veren Hollanda taburunun başında Fransız bir komutan vardı!”

Şerif Patkoviç Srebrenitsa katliamında en büyük sorumluluğun Hollanda’da olduğunu belirtirken Hollanda taburunun üstleri konumunda, Fransız Cumhurbaşkanı ile doğrudan bağlantısı olan bir Fransız subayının yer aldığını belirtti.

“Bizim Balkanlar’daki temel sorunumuz ideolojik olarak Müslüman olmamızdan kaynaklanıyor. Ben bugün, bu zaman açısından rahatlıkla ifade edebilirim ki, Bosna-Hersek’te savaşa yol açan tek sorun sadece toprak değildi, diğer halkların baskın olma arzusuydu. En başta da Sırplar kendilerini diğerlerinden üstün görüyordu ve böylece de Boşnaklar halk olarak belli şekilde bir kadere mahkum edildiler. Bosna-Hersek savaşı bugün de hala araştırılan ve üzerinde çalışılan bir konudur. Bizim belli muharebelerimizin “U.S. Military Academy West Point” gibi prestijli askeri akademilerde, söz gelimi Bosna-Hersek ordusunun fantastik askeri zafer elde ettiği Vlaşiç Dağı’nın düşmandan alınmasının ders olarak okutulduğu örneklerimiz var. Fakat Bosna-Hersek’teki savaşın seyri ve uluslararası güçlerin, devletlerin buradaki rolü özellikle spesifiktir. Savaş sonrası birçoğumuzun bildiği üzere uluslararası mahkemelerin kararları, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan mahkumiyetlerin yanı sıra Srebrenica kentinde Boşnaklar’a karşı işlenen soykırım suçundan mahkumiyetler var. Srebrenica hakkındaki askeri durum ve olup bitenler ilgi çekicidir. Srebrenica; Güvenlik Bölgesi ilan edildiği, sivil halkın Birleşmiş Milletler’in koruması altında olduğu, askerden arındırılmış dolayısıyla o zamanlar onların adlandırdığı tabirle bu yerdeki “savaşan tarafların” yani şehri savunan Bosna-Hersek ordusu ile işgal eden, dolayısıyla saldıran “Republika Srpska ordusu” (Sırp Cumhuriyeti ordusu) kuvvetlerinin ellerindeki tüm silahların teslim alınarak silahsızlandırılmalarının gerektiği ve aralarında Birleşmiş Milletler askerleri Mavi Bereliler’in olduğu o şartlarda yaşandı ve bu bölgede de Hollanda Taburu yer alıyordu.

Bugün dahi uluslararası çevrelerde, Bosna-Hersek ve Srebrenica’daki yaşananlar hakkında farklı kişilerin tartışmalarında bireylerin ve devletlerin sorumluluğu kavramı sıklıkla tartışılmaktadır. Ve bunda en büyük sorumluluk, Hollanda Taburu ve Hollanda devletinin mensuplarına, askerlerine aittir.

İfade etmek zorundayım ki bu kabaca belirsiz tanım, bazen tamamen yanlış da olabilir. Zira askeri doktrinde ‘subbordination’ (tabiyet) denilen sistem var. Yani üstler, astlar hiyerarşisi. Birleşmiş Milletler BM Güvenlik bölgesini korumakla görevli Hollanda taburunun üstleri konumunda Fransız Cumhurbaşkanı ile doğrudan bağlantısı olan bir Fransız subayı yer alıyordu. Ancak olayların bizzat kendisi, sembolik olarak garip bir durum ortaya koyuyor. Hollanda Taburu tarafından çağrılan uçaklar İtalya’daki Aviano askeri hava üssünden havalanıp Bosna-Hersek hava sahasına girdikten sonra üslerine geri döndüler! Bu uçakların ve pilotların geri dönmesinin sebebi, Fransız subayın emriyle Sırp güçlerin bombalanması emrinin geri çekilmesi idi.

Bir süre sonra, Cumhurbaşkanımız rahmetli Alija İzetbegoviç Fransa’ya bir ziyarette bulundu ve ilginçtir hatıratında, Mitterand ile olan görüşmede Fransız Cumhurbaşkanı’nın; Fransa’nın Sırplar üzerinde daha güçlü bir baskı pozisyonu alması gerektiği ve onlarla işin zor olduğu gerçeğini Mitterand’ın da kabul ettiğinden bahseder ki, o zaman da uluslararası güçlerin dolayısıyla NATO kuvvetlerinin Bosna-Hersek’te artan varlığına şahidiz. Sonrasında yine Bosna-Hersek’teki savaşın başka bir boyutu var. Kimi zaman Bosna-Hersek ordusunun neferleri veya halkımın bazı mensupları, Boşnaklar veya Bosna ve Hersekliler, bizim en basitinden belki de Bosna-Hersek’in tüm topraklarını o zaman ‘meşru kuvvetlerle’ temizleyebileceğimizi de düşünürler. Oysa ki biz, o durumda henüz askeri kuvvet olarak bunu öyle kolaylıkla yapabilecek güçte değildik. 1995’te işgalden kurtardığımız bölgede uluslararası güçlerin desteği, müdahalesine sahiptik. Hırvatistan Ordusu’nun da katkısı vardı ve bunlar sahadaki gerçekler. Normalde bugünkü durumu bilmek, dolayısıyla bugün Bosna’da neden siyasi problemlerin olduğunu anlamak açısından bunu ifade ediyorum. Dayton Barış Anlaşması 1995 yılında imzalandı ve Bosna-Hersek’teki askeri çatışmaları sona erdirdi.

Askeri çatışmalar doğrusu belirli siyasi, ideolojik ve diğer farklılıkların sonuçlarından, dolayısıyla belirli halkların çıkarlarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu, sadece savaşı durdurduğu anlamına geliyor. Bosna-Hersek, uzun yıllardır zor yapılanmalardan geçiyor. Birincisi, Dayton Barış Anlaşması, bugünün dünyasının devlet düzeninin olduğu sistem olarak bir düzen oluşturdu. Kısacası biz seküler bir devletiz, din devletten bağımsızdır. İki entiteye bölünmüş halde ki o kısım problemli ve anlaşılması hayli zor…”

“Eski Yugoslavya’dan kalma mühimmat üretim tesislerimiz vardı.”

“Bu olanları ele aldığımızda, her şeyin gerçekleşmesi, uluslararası siyasetten, ilişkilerden, ideolojilerden ve diğerlerinden etkilenmesi tabiidir. Ancak hayatımızın faktöründe, en önemlisi fert ve insanın toplumdaki rolüdür. Ben askeri okul mezunuyum. Yani subay olarak yetiştirilmiş biri olarak halkımın arasına geldim ve aktif savunmaya katıldım. Biz yok olmaya mahkum edilmiş bir konumdaydık. Askeri silahlarımız yoktu, düzenli ordumuz yoktu. Kendimizi savunacak hiçbir şeyimiz yoktu. Hızlı prosedürlerle örgütlenmeleri yapmak zorunda olduğumuz Bosna-Hersek’te halk organize oldu. Ben doğduğum köye geri döndüm ve orada ilk küçük birlikleri oluşturduk. Silahlanma ise, bugün normalde, o zamanlar kullandığımız silahlar gülünç duruyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma M-48 diye bildiğimiz eski tüfeklerdi. Eğer birilerinde, bir yerde, bir şekilde varsa veya su borusundan üretilebilecek bir şey ya da av tüfeği olan veyahut tabanca silahları ve saire…

[Şerif Patkoviç'in genç bir askerken ailesi ile çekildiği bir fotoğraf]

Ama silahlara el koyma yükümlülüğümüz de vardı. Dolayısıyla savaşın başlangıç süreci yeni ortaya çıkan durumla başa çıkma ve belirli tesislerin silah üretimi için dönüştürülmesi ile diğer ülkelerden silah tedariki idi.

Müslüman Boşnaklara büyük bir haksızlık olan Bosna-Hersek’e ambargo uygulandığını düşünürsek, biz de halkı çeşitli kanallardan silahlandırmaya çalışmak zorunda kaldık. Allah’a şükür ki, halkımız Allah’ın yardımı ile dini değerlere, özüne dönerek fakat aynı zamanda belirli kapasiteleri de harekete geçirerek hayatta kalabileceğinin farkındaydı. Kesinlikle tarihin en hızlı oluşan ordusu veya organizasyonu olduk. Bosna-Hersek Cumhuriyeti ordusu halkın bağrından çıktı, birkaç ay içinde olgunlaştı ve askeri birlikler halinde örgütlendi.

Üçüncü Kolordu bünyesinde merhum Cumhurbaşkanı Alija İzetbegoviç’in doğrudan komutası altında bulunan elit birim 7. Müslüman Tugayı’nın komutanlığı görevini üstlendim. Özel bir durumdan, tüm ordu birliklerinin teşkilatlanmasında var olan askeri teşkilatlanma ilkelerine ek olarak bu özel ilkeye yani dini değerlere göre, mücahitlerin mücadele ilkesine sahiptik ve böylelikle insanın yetişmesinde din, devlet ve halkın değerlerini savunmaya hazır özel kıstas edindik ve bu çerçevede gerisini nasıl sağlayacağımızı görebileceğimiz belirli sistemlerden geçtik.

Eski Yugoslavya’dan ötürü Bosna-Hersek’te gelişen savunma sanayii, bize kalan belirli tesisler, dolayısıyla mühimmat üretim tesisleri vardı. Zenica’daki eski Demir Çelik tesisi veya diğer bazı fabrikalardaki tesislerin bir kısmını silah üretimine katılan fabrikalara dönüştürürken bizim için sorunlu olan, belirli hammaddelerin ve diğer içeriklerin temini idi. Normalde bugün bu pozisyondan, başarmayı, hayatta kalmayı veya kendimizi savunmayı düşündüğümüzde bu, en büyük arzumuz ve hazır olmamız meselesidir. Biliyoruz, yapabiliriz ve biz de başarabiliriz. Ve bizler, şahsen işte ben, tam bir çaresizliğe mahkum edildiğimiz tecrübeden dolayı bugün kendimizi savunabilecek ve yeniden yapılanmayı organize edecek kapasiteleri özel bir şekilde kullanmaya ve organize etmeye hazır olmalıyız. Ancak ilkin potansiyel düşmanlarımızın veya farklı biçimlerdeki herhangi bir kötü niyet karşısında güçlenecek kapasitemiz var. Onları cezbedecek bir zayıflığa düşmemeli veya birileri bize saldırmaya teşebbüs etse de emin güçte olmalıyız, zira bize ancak zayıf olduğumuzda saldıracaklardır.

[Albay Şerif Patkoviç (solda) ve Bosna-Hersek Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç]

Öyleyse buradaki zayıflığımızın farkına vardığımızda, tüm kapasitelerimizi geliştirmek ve paralel olarak gelişmekte olan savunma sanayiimizi güçlendirmek zorundayız. Allah’a şükürler olsun ki, bugün de o kısım söz konusu olduğunda yol alıyoruz. “

"Bosna-Hersek, devlet ve sistem olarak sürdürülebilirliği çok zor bir durumdadır."

Bosna’nın hiçbir zaman bir tehdit olmadığını ve olmayacağını belirten Patkoviç, mücadelenin esasının tüm insanlığın iyiliği için çalışmak olması gerektiğini dile getirdi.

“Bosna-Hersek’te sık sık ve bugün de arta kalan silah olup olmadığı, hangi halkın ne kadar silahlanmış olduğu ve saire sorusu var. En önemlisi biz Boşnaklar bugün kesinlikle, en eğitimli halklar arasında yer alıyoruz ve mezun olunan okullar ve diğer konular söz konusu olduğunda da kesinlikle Balkanlar’daki en eğitimli halkız!

O açıdan genç neslimizle pek gurur duyuyoruz ama diğer yandan kapasitelerimiz ile silah üretebilecek duruma geldik. İşte NATO standartlarında bir NATO tüfeğini üretme izni aldık. Son on yıldır tam kapasiteyle çalışan mühimmat fabrikalarımız var, üretim kapasitelerinin on kat arttığını ifade edebiliriz.

Normalde ben bugün de bunun üzerine kafa yoruyor, Bosna-Hersek’in her alanda kapasitesini daha da geliştirebileceği eğilimlere vurgu yapıyorum. Ve öncelikli olarak istikrarımızı bu şekilde sağlayabileceğimiz gerçeği karşımızda duruyor. Bu herhangi bir tehdit değil. Çünkü biz hiç kimse için tarihte tehdit olmadık, bir tehditte olamayız zaten. Durumumuz, gücümüz belli. Ezilen, mazlum ve diğerlerinin durumu söz konusu olduğunda tüm insanlığın ve insanların iyiliği için mücadele esas olmalıdır. Bugün dünyanın istenilen ölçüde pek de adil olmadığına tanık oluyoruz.

Belirli ülkeler ve halkların durumu arasında yaşayışa göre korkunç uçurumlar var. Halen daha kolonilerin, sömürgeciliğin etkisine sahibiz. Devletlerin gücünün etkisi, para biriminin rekabetsizliği, değer dayatılması, değer belirlenmesi, kaynak kullanımı, biliyoruz ki, petrolün yönetimi ve benzerleri gerçeği söz konusu. Bizler Balkanlar’dayız fakat o dönem 20. Yüzyılın sonunda iki blok Varşova Paktı ile NATO’nun daha doğrusu o iki büyük bloktan biri olan Varşova Paktı’nın dağılmasına tanık olduk. Böylelikle, bugün de uluslararası ilişkilerin ve devletlerin istikrarını sağlama planının, kendi iç kapasitelerinden kaynaklanması gerektiğine tanığız.

[Dayton Antlaşması'nın imzalandığı dakikalardan bir görüntü]

Bosna-Hersek, ben bunu hep söylerim, Balkanlar’da siyasi olarak kimin onu nerede gördüğümüzle ilgilidir. Ama Bosna-Hersek bugün, yaşanmış bir değer olarak insanların kalbinde olmak zorundadır. O sadece coğrafi bir kavram değildir. O, tarihi gerçeklikten dolayı ondan çok daha fazlasıdır. İşte biz bugün de savaştan neredeyse 30 yıl sonra Bosna-Hersek ve halkını konuşuyoruz. Uluslararası ilişkilerde çok da bir şey değişmedi. Bosna-Hersek, devlet ve sistem olarak sürdürülebilirliği çok zor bir durumdadır. Geçici bir süreliğine çözüm olması gereken, dayatılan Dayton Barış Anlaşmamız var ve anayasa olarak da halen kaldı.

Ancak hayat devam ediyor. Biraz daha zor ekonomik durumumuz var. Fakat insanlarımız becerikli bir toplum. Gençlerin bir kısmı ne yazık ki, Batı ülkelerine gidiyor. Avrupa Birliği’ne üye olan Slovenya bize yakın.

Bosna-Hersek, Avrupa Birliği’ne katılım için uluslararası toplum nezdinde yine beklemede, bazı ayrılıkçıların özlemleri arasında bölünmüş durumda, halen de etkisinde... Bosna-Hersek’teki Sırp politikası, ayrılmak veya bir kısım toprakları koparmak hülyasından vazgeçmiyor. Republika Srpska (BH Sırp Cumhuriyeti) resmi ağızlarının, savaş sırasında işgal ettikleri Bosna-Hersek topraklarının bir kısmını koparmak istediklerine dair sürekli tekrarlara, dolayısıyla o bölgeyi ayırmaya yönelik işaretler var.

Avrupa Birliği’ne katılım fasıllarında işimizi kolaylaştıracak olan uluslararası faktörün sürekli mevcudiyetine sahibiz. Bu Bosna-Hersek’in bir boyutu. Ancak doğrusu gerçek boyut, insan ilişkisidir. Bosna-Hersek, savaşın yıkımı söz konusu olduğunda o yaralarını epeyce sardı; altyapısını, tesislerini yeniden inşa etti. Ekonomik yatırım ve gelişme için çok arzu edilen bir destinasyondur. Gelecekte de bunun devam edeceği ümidindeyiz. Normalde iç sorunlarımız var. Beni en çok üzen şey ise tüm halklarının ortak, çok milliyetli bir Bosna-Hersek’in sürdürülebilirliğinin birleştirici faktörü olarak Boşnakların, farklı güçlerin etkisi altında siyasi olarak çok fazla bölünmüş olmasıdır.

Zira Avrupa Birliği’ndeki gelişmeler ve daha geniş çapta gerçekleşenler normalde Bosna-Hersek’te de yaşanıyor. Bosna-Hersek MAP’ı (Membership Action Plan: Üyelik Eylem Planı), NATO’ya giden katılım bölümünü imzaladı. NATO’ya girip girmeyeceğimizi, NATO’nun gelecek yıllarda bizi almakta ısrar edip etmeyeceğini Allah bilir. Fakat biz, bir tür güvenlik şemsiyesi için buradayız, şu anda Boşnak Müslümanlar için en iyisinin bu olduğunu düşünüyoruz. Bölgede yaşananlar takip ediliyor, eğitimleşme artıyor. Fakat zor sosyal ve ekonomik durum sebebiyle önemli bir sorunumuz var. Bu yüzden zayıf doğum oranımızın olması doğal. Bosna-Hersek, modern dünyanın geri kalan kısmı gibi bundan muzdarip. Daha az çocuğumuz var. Dolayısıyla ortalama bir veya iki çocuğumuz dünyaya geliyor. Böylelikle zaten küçük olan Boşnak nüfusu veya halkı bölgede azalıyor. Bu diğer yandan eğitimi bazı standartlara yükseltti. Sağlık hizmetleri söz konusu olduğunda, Bosna-Hersek bugün tüm dünya gibi pandemi zamanını yaşıyor. Fakat Allaha şükür ki, biraz da farklı yaşıyoruz. O kadar katı önlemlerimiz yok, bu yeni “normallerimiz” oldukça liberal. Herhalde insanlarımız savaş gibi daha zorlu durumlarda başının çaresine bakmaya alışkın ki, bu salgın da ona o derece problemli gelmedi. Bizler bunu sık sık bazı şakalara, bazı durumlara konu ediyoruz.”

"Türkiye bizim için Bosna’dan baktığımız ve kendimizi belli ölçüde konumlandırmamız gereken bir nokta, bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumluluğu daha büyük."

Rahmetli Alija İzetbegoviç’in en iyi kararları verdiğine inananlardan biri olduğunu söylerek sözlerine devam eden Şerif Patkoviç; TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi kuruluşların varlığı nedeniyle kendisi ve tüm Bosna ve Hersek’lilerin nezdinde minnettarlık duygularını ifade etmekten kendini alamayacağını sözlerine ekledi.

“Elbette ki, Bosna-Hersek’e haksızlık yapıldı. Biz bir şey beklemiyor ve inanmıyoruz. Oldukça adaletsiz olan bu dünyada adaleti elde edemiyorsunuz. Ancak ümit ediyor ve inanıyoruz ki, insanın bu dünyaya bağımlılığı sebebiyle öncelikle insanın Tanrı ile, insanın başka bir insan ile, bizi çevreleyen doğa ile ilişkisinin değerini fark ederek gittikçe daha fazla sayıda insan doğru yola eriyor. Bizim doğru yolumuz ise aslında şunu hep söylerim: Bosna Alemlerin Rabbi’ne ne derece yakınsa, Rabbimiz de o ölçüde Bosna’ya merhametli olacaktır. Allah’a şükür ki, O’nun Bosna’ya hala merhameti var.

Diyebiliriz ki Yaradan, bu dünyada bizi koruyor ve Bosna Hersek yaşıyor; Boşnaklar ve diğer Bosna-Hersek yurttaşları da bu sayede varlar.

Türkiye’nin son yirmi yılda, tüm planlar ve alanlardaki ilerlemesini, son dönemde kapasitelerini geliştirmesini takip etmekten memnuniyet duyuyorum. Kendi savunma sanayiini güçlendirdiklerini, kapasitelerini de artırdıklarını görüyorum.

Geçmişte Müslüman dünyasındaki çoğu ülke gibi Türkiye’nin de başkalarına bağımlı olduğunu ve öncelikle belli bir geleceği ve vatandaşlarının güvenliğini sağlayacak bu alanlara girdiğini biliyoruz. O açıdan da memnunum.

Para politikası ve ekonomik alandaki değerler söz konusu olduğunda Türkiye’nin belli krizlerden geçtiğini ve buna rağmen sistemin sürdürüldüğünü biliyorum. Ben burada belirtmeliyim ki en çok takip edip seyrettiğim, ümmet olarak Alija İzetbegoviç’ten sonra sahip olduğumuz, şükrettiğimiz bir şey… Bizler şimdi Bosna’dan, ümmetin tüm politikacıları arasında; aidiyet ideolojisinden, mirasa sahip çıkan halkın değerlerinden Recep Tayyip Erdoğan’ı ve onun hepsinden parlak siyasetini görüyoruz. Gelenekler demeyeceğim, İslam geleneğe indirgenemez, Allah ile olan ilişkisi uyumlu, bu dünyada hayatın değerlerine de uygun… Ve bununla Türk devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin o alanda ilerleme kaydetmeye ve kapasitelerini geliştirmesini zikrettiğimiz sanayiinin gelişmesine dair her bir şey…

[Bir önceki dönem Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda merhum Aliya İzzetbegoviç'in oğlu Bakir İzzetbegoviç (solda) ile Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Aliya İzzetbegoviç'in kabrini ziyaret ediyorlar.]

İlgi alanları söz konusu olduğunda burada belli farklılıklar olduğunu biliyoruz. Ben, en azından Akdeniz’deki olayları, Libya’daki olup bitenleri aktif bir şekilde takip etmeye çalışıyorum.

Türkiye bizim için Bosna’dan baktığımız ve kendimizi belli ölçüde konumlandırmamız gereken bir nokta ve bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumluluğu daha büyük. Savaş döneminden ve bugün de Bosna-Hersek’e o zamanlar daha fazla yardım edilmesinin mümkün olup olmadığı, birilerinin daha iyi karar verip vermediği vs. üzerine bazı insanların yorum yaptıklarını biliriz. Ben, rahmetli Alija İzetbegoviç’in en iyi kararları verdiğine inananlardanım.

Onun bu dünyayı terk edip, Rabbinin huzuruna yaklaştığı hislerde verdiği mesajın belli ölçüde Bosna-Hersek ve Boşnakları belirli kesime emanet bıraktığını biliyorum."

Bizim için en önemlisi Türkiye’nin Bosna-Hersek’e karşı tutumudur. O yanımızda, dostça bize yardım etmeye çalışıyor ve her durumda burada. Bazı ekonomik alanlarda memnun olduğumuzu söyleyemeyiz. Ancak ben burada da gerçekçi olmak zorundayım. Beklemiyorum, zira bizim kapasitelerimiz nüfus sayısı söz konusu olduğunda, ekonomik potansiyeller bazı büyük şirketler için o derece cazip değil. Fakat Turkish Ziraat Bank Bosna’nın, İHH’nın, Yunus Emre Enstitüsü gibi bölgede baştan beri faaliyet gösteren; özellikle de Bosna-Hersek’te çeşitli projelere girişen TİKA gibi kuruluşların varlığı, bende tüm Bosna ve Hersek’lilerin minnettarlık duygularını ifade etmemi vesile kılıyor.

Allah’a güvenmek, liderlerini dinlemek, mutlaka ilerlemeyi sağlayacaktır ve bu tüm Türk vatandaşlarına liderlerine inanmaları için mesajımdır! Kendilerini doğru istikamete götürdüklerinden emin olduğum, öz değerlerimize dönerek, güvenerek, Rabbimize yakınlaşarak, bize daha müreffeh ve iyi gelecek sağlıyor. Kulun dayattığı, ışık olarak tanımlanmaya çalışılan bir takım karanlık yabancı değerlerin, yeniden birilerinin robotu veya diğer birilerinin emirlerine amade olacağımız ise hiç değil!

MMU Test Pilotu: MMU'nun uçuşunda hedef 27 Aralık MMU Test Pilotu: MMU'nun uçuşunda hedef 27 Aralık

Vaktidir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin buna doğru ilerlediğine ve bu ülkenin tüm yurttaşlarının refahını Allah’ın izniyle sağlayacağından memnuniyet duyuyorum.”