Toplam dört parçadan oluşacak bu yazı dizisinde, sebebi ulusal güvenliğe dayandırılan, ABD ile Çin arasında giderek alevlenen ancak bu iki ülke ile de sınırlı kalmayan “Ticaret-Teknoloji” savaşlarının en önemli ve tartışmalı konusu haline gelen ABD’nin Huawei üzerinden Çin ile büyük mücadelesine ve her iki ülkenin karşılıklı argümanlarına yer vereceğiz. Savunma ve telekomünikasyon gibi ulusal güvenliği doğrudan ilgilendiren alanlarda, iki ülke arasında verilen bu büyük mücadelenin iyi anlaşılmasının ülkemiz açısından da çok önemli olduğunu ve çıkarılması gereken dersler içerdiğini düşünüyorum. Doğru ve yanlışın ne olduğu şimdilik bir yana dursun, her iki ülkenin birbirlerine karşı verdiği bu mücadele 21. Yüzyılda büyük devlet reflekslerinde yer alması gereken yeni konu başlıklarını da gözler önüne sermektedir.      

ABD Başkanı Trump son ABD başkanlık seçimi sürecinde Çin’i ihracatını artırmak için kur manipülasyonunu yapmakla suçlamış, Çin’in “dünyadaki en büyük hırsızlığını” yaptığını defalarca tekrarlamıştı. Ancak ABD-Çin arasında gelişen Ticaret ve Teknoloji Savaşı Trump öncesi zamana da dayanmaktadır.

Ekim 2012’de ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komisyonu tarafından kamuoyuna açıklanan bir raporda Huawei ve bir diğer Çinli teknoloji devi ZTE’nin ulusal güvenlik için tehdit teşkil ettiği belirtilmişti.  Nitekim raporda: “Çin'de bu telekomünikasyon şirketlerini kötü amaçlar için kullanacak araç, fırsat ve sebepler mevcuttur” ifadesi yer almaktadır. Öte yandan, yapılan açıklamada bu endişenin Huawei ve ZTE’nin son kullanıcı pazarına sürdüğü telefonlardan kaynaklanmadığı ve ağ ekipmanlarına yönelik olarak oluştuğu vurgulamıştır. 

Temmuz 2012’de kamuoyuna yansıyan bazı çalışmalar 2012 yılının ilk yarısında elde edilen toplam gelirler bağlamında Huawei’yi küresel telekomünikasyon ekipmanları pazarındaki en büyük şirket olarak göstermiştir. 2012’nin ilk yarısında Huawei 16,1 milyar dolar, Ericsson 15,25 milyar dolar, Alcatel-Lucent 8,13 milyar dolar (tahmini), Nokia Siemens Networks 8 milyar dolar ve ZTE ise 5,8 milyar dolardan daha fazla gelir elde etmiştir.  İlgili çevrelerde, portföy çeşitliliğinin daha geniş olması doğrultusunda Huawei’nin Ericsson’u toplam gelir bazında geçmesinin “sürpriz” olmadığı ve dahası kıyaslamaya hangi alanların dahil edileceğine ilişkin tartışmaların yer aldığı farklı değerlendirmeler de mevcuttur.  Yine de ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komisyonu tarafından ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak sunulmadan kısa bir süre önce, Huawei’nin kamuoyunda küresel bazdaki en büyük telekomünikasyon ekipmanı üreticisi olabileceğine ilişkin değerlendirmelerin yapılması önem arz etmektedir.

2013 yılında ABD Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan bir raporda, 2012 yılı içerisinde ABD’dekiler de dahil olmak üzere küresel çaptaki pek çok saldırının Çin hükümeti ve ordusu kaynaklı olduğu ifade edilmektedir. Bu saldırıların, Çin’in ABD’ye ait bilgileri elde etmek için casus yazılımlar (CNE: Computer Network Exploitation) marifetiyle icra edildiği ifade edilmiştir.  Bu raporla Pentagon ilk kez doğrudan doğruya Çin’i siber casusluk ile suçlarken, Çin Dışişleri Bakanlığı ABD'nin siber casusluk iddialarını "sorumsuzluk" olarak nitelendirerek Çin'in savunma birikiminin "meşru ve normal" olduğunu söylemek durumunda kalmıştır. Çinli bir askeri yetkili olan Wang Xinjun da Çin’in resmi haber ajansına yaptığı değerlendirmede Çin hükümeti ve silahlı kuvvetlerinin hiçbir zaman “hacking” faaliyetlerine resmi onay vermediğini aktarmıştır.  ABD Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan bu raporun ardından yine 2013 yılında alınan bir karar ile ABD’de kamunun Çinli şirketlerden BT (Bilişim Teknolojileri) ekipmanlarını satın alınabilmesi (mali yıl süresince) kısıtlamıştır. Huawei’nin üst düzey yetkililerinden biri olan Guo Ping ise yasağın “çok önemli olmadığını” belirtmiş ve “hazır değillerse bekleyebiliriz” ifadesini kullanmıştır.

Huawei’ye ilişkin güvenlik endişeleri genel olarak CEO’su Ren Zhengfei’nin askeri geçmişi, Çin yönetiminin Çinli şirketlerin faaliyetleri ile olan yakın bağlantıları ve Huawei’nin oldukça hassas bir alanda faaliyet göstermesi nedenleriyle gelişmiştir. Bu endişelere ek olarak Çin’in ve nitekim Huawei’nin yükselişinin ABD’nin güç kaybetmesine sebebiyet verebilecek olması ve ABD’nin güçlü müttefik ilişkileri neticesinde Huawei’ye yönelik baskı politikası küresel bir nitelik kazandı.

2012 yılında Avusturalyalı makamlar siber güvenlik endişeleri neticesinde Huawei’nin NBN (National Broadband Network-Genibant İletişim Ağı) projesinde (Avustralya’nın geniş bant internet imkanını arttırmayı amaçlayan projesi) yer almasının önüne geçmiştir. Diğer yandan bu karar ASIO’nun (Australian Security Intelligence Organisation-Avustralya Güvenlik İstihbaratı Teşkilatı) tavsiyesi doğrultusunda oluşturulmuştur.    

2018 yılında ise Avustralya Huawei ve ZTE’nin 5G ekipmanlarının satışını durdurmuştur.  Bu engelleme karşısında Çin Dışişleri Avustralya’yı ideolojik önyargıları terk ederek Çinli şirketler için adil bir rekabet ortamı sağlamaya davet etmiştir.  Huawei Avustralya ise bu kararın tüketiciler için “hayal kırıklığı” yarattığını ve Huawei’nin 5G’de dünya lideri olduğunu belirtmiştir.  

Süreç içerisinde NBN projesinde beklentilerin elde edilemeyeceğine yönelik izlenimlerin oluşmasının bir uzantısı olarak Huawei Avustralya CTO’su David Soldani 2019 yılında yaptığı açıklamada NBN projesinin başarısızlıkla sonuçlandığı gerçeği ile yüzleşilmesi gerektiğini ve Avustralya'nın dünyanın önde gelen 5G sağlayıcısı olan Huawei’yi pazardan çıkarmaya devam etmesinin mantıklı olmadığını ifade etmiştir.

Yeni Zelanda 2018 yılında ulusal güvenlik riski doğrultusunda bir telekomünikasyon şirketi olan Spark’in Huawei’nin 5G ekipmanlarını kullanmasının önüne geçmiştir.  Huawei ise Yeni Zelandalıları ülkelerindeki siyasal aktörlerin “ulusal güvenlik endişeleri” doğrultusunda Huawei’yi pazar dışında tutarken niteliksiz teknolojilere razı olmak durumunda kaldıkları konusunda ikna etmeye çalışmıştır. Bu kapsamda Huawei Şubat 2019’da "Huawei’siz 5G, ragbisiz Yeni Zelanda’ya benzer" sloganı altında Yeni Zelanda’daki en önemli gazeteler aracılığıyla bir reklam kampanyası yürütmüştür.  Ancak Huawei kısıtlamaları aşamazken en büyük rakiplerinden biri olan Samsung Mart 2020’de 5G ağının kurulumuna yönelik olarak Spark ile bir anlaşma imzalamıştır.

Üst düzey ABD'li yetkililer Ocak 2020’de İngiltere’nin 5G ağında Huawei teknolojisinin kullanılmasının “delilikten başka bir şey olmayacağını” söylemişlerdir.  Öte yandan ABD benzer bir “uyarıyı” Kanada’ya da yapmıştır. ABD’li ulusal güvenlik danışmanı Robert O'Brien Kasım 2019’da yaptığı bir açıklamada: “Onlar, (Çinliler) Huawei’yi Kanada’ya yada diğer Batı ülkelerine getirdiklerinde her sağlık kaydını, her banka kaydını, her sosyal medya mesajını, her bir Kanadalının her şeyini bilecekler." ifadelerini kullanmıştır.

ABD Mayıs 2019’da Huawei’yi kara listeye (resmi metinlerde “kuruluş listesi” “entity list” olarak geçmektedir) aldığını açıklarken Huawei’nin kurucusu Ren Zhengfei bu karara şu şekilde karşılık vermiştir: “Huawei’nin 5G’si kesinlikle etkilenmeyecek. 5G teknolojisi açısından bakıldığında diğerleri Huawei’ye iki ya da üç yıl içinde yetişmeyi başaramayacak. Kendimizi ve ailelerimizi, dünyanın tepsinde olma idealimiz için feda ettik. Bu ideale ulaşmak, eninde sonunda ABD ile çekişme yaratır.” 

Huawei’ye yönelik kısıtlamaların merkezinde yer alan 5G teknolojisi CTIA’ye göre ABD Ekonomisinde 3 milyon yeni işi yaratacak, GSYH’ya 500 milyar dolar katkı sunacak ve kablosuz ağ sektöründe 275 milyar dolarlık yatırımın yapılabilmesine imkan tanıyacaktır.  Nitekim Trump Nisan 2019’da yaptığı bir açıklamada CTIA’in bu tahminine değinmiş ve geleceğin bu güçlü endüstrisinde (5G) başka hiçbir ülkenin ABD'yi geride bırakmasına izin veremeyeceklerini belirtmiştir.

Huawei’nin kara listeye alınması ABD’li yarı iletken şirketlerinin Huawei’ye ürün sevkiyatını etkili bir biçimde sınırlamış olsa da ABD Yönetimi Huawei üzerindeki baskısını daha da genişleterek Mayıs 2020’de açıklanan kural ile Huawei ve Huawei’ye bağlı şirketlere çip tasarlamak ve üretmek için ABD orijinli makine ve yazılımların kullanılmasını engellemiştir. Her ne kadar şirketler Huawei ile ticari ilişkilerini devam ettirebilmek için lisans başvurusunda bulunabilir olsa da bu başvuruların reddedileceği öngörülmektedir. 

Çin’in uluslararası bazda tanıtımını hedefleyen ve ABD tarafından da Haziran 2020’de “yabancı misyon” olarak tanımlanır hale gelen CGTN (China Global Television Network) Mayıs 2020’deki karar sonrasında hazırladığı “Trump’ın Huawei Korkusunun Altında Ne Var?” başlıklı video haberde şu ifadeyi kullanmıştır: “Şüphesiz, Trump Çin'in 5G'de lider olmasını istemiyor. Çünkü gelecek için (5G’nin) ne kadar önemli olduğunu biliyor.”

Huawei için 5G teknolojisi ülkelerin 5G ağının inşasının yanı sıra 5G özellikli akıllı telefonların satışının yapılabilmesi açısından da oldukça önemlidir. Nitekim 5G özellikli akıllı telefonların ilk kez küresel pazara sürüldüğü 2019 yılında toplam 18,7 milyon sevkiyatın 6,9 milyonu Huawei tarafından gerçekleştirilmiştir ve Huawei %36,9’luk pazar payı ile bu alandaki pazar lideri konumuna gelmiştir. Dahası Çin merkezli şirketler olan Vivo 2 milyon, Xiaomi ise 1,2 milyon 5G özellikli akıllı telefonu küresel pazara sevk ederek pazar payı açısından Samsung’un (6,7 milyon sevkiyat) ardından 3. ve 4. sırada yer almıştır.

Haziran 2018’de bazı ABD’li siyasal aktörler Google’a Huawei ile olan işbirliğine yönelik endişelerini iletmesinin ardından bu işbirliğini savunan Google, ABD’nin Mayıs 2019’daki kısıtlamalarının ardından Huawei’nin akıllı telefonlarında kendisinin geliştirdiği Android işletim sistemini güncellememe kararı almıştır.  Dolayısıyla ABD’nin Huawei özelinde geliştirdiği baskı politikası pek çok farklı unsuru içermekte ve Huawei’nin gelirlerini farklı sektörler aracılığıyla azaltabilecek bir yapı arz etmektedir.

Böylece Huawei hem ABD’nin ikili ilişkileri hem de yasal “tehditleri” yoluyla ABD tarafından küresel pazarın dışına itilmeye çalışılmıştır. Bu koşullar altında Huawei’nin alternatif işbirlikleri ve yerel kaynaklarla varlığını devam ettirip ettiremeyeceği ve Avrupa başta olmak üzere 5G pazarlarında varlık gösterip gösteremeyeceği hem Huawei hem de Çin’in gelecekteki konumunu belirleyebilecek bir gücü içerisinde barındırmaktadır.