“Askerî araçların modernizasyonu konusunda Türkiye artık Asya’da sözü geçen bir ülke konumuna gelmek üzere”
Türkiye ile Kazakistan arasındaki diplomatik ilişkilerin savunma sanayii ilişkileri ile paralel olduğunu vurgulayan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğr. Üyesi ve Orta Asya Uzmanı Doç. Dr. Serdar Yılmaz, bu bağların daha da kuvvetlendirilmesi gerektiğini söyledi.

CANİK dünyanın 69 ülkesine silah ihraç ediyor CANİK dünyanın 69 ülkesine silah ihraç ediyor

"Türkiye-Kazakistan ilişkileri siyasi olarak bizi tatmin edecek noktada. Ama ekonomik olarak çok yetersiz. Yıllardır tartışılagelen bir problem bu. Siyasi olarak iki ülke 1991 yılından itibaren –Kazakistan’ın bağımsızlığını kazanması ile- sıcak ilişkiler geliştirdi. Ancak ekonomik olarak ilişkiler 30 yıllık süre içerisinde kimseyi tatmin etmedi. Özellikle pandemi döneminde bu ilişkiler dibi gördü.

Bu yüzden bölgeye yönelik, üzerimizden atamadığımız bir romantik retorik gelişti hep. Dolayısıyla Nursultan Nazarbayev’in de dediği gibi ülkelerin Orta Asya ile iş birliği yapması önce ekonomik olarak mümkün olmalı. Ekonomik olarak gelişen ilişkiler daha sonra siyasi, kültürel ve diplomatik olarak da gelişecektir. Bu yüzden ekonomik ilişkilere ağırlık vermeliyiz. Bunun için üretim kapasitemizi çeşitlendirmeliyiz. Türk devletleri ile ticaret kapasitesinin arttırılması için daha sıkı çalışma yapmalıyız. Çünkü potansiyelimiz yüksek bu konuda aslında. Fakat sorun bunu değerlendiremememizde.

Son yıllarda konu Türkiye-Kazakistan ilişkileri olduğunda çoğunlukla vurgulanmayan ve literatürde atlanan bir konu var, o da; Türkiye ve Kazakistan arasında son yıllarda gelişen savunma sanayii…

Bu alandaki boşluğu gördüğüm için, 2018 yılında kaleme alınan Nursultan Nazarbayev’in ‘Büyük Bozkır’ın Dirilişi’ kitabında Türkiye ile Kazakistan arasındaki askerî ilişkileri ve savunma sanayii ilişkilerini yazdım. Kazakistan’ın savunma gücünü ve Kazakistan Türkiye arasında nasıl bir askerî ilişki var, bu konuları ele aldım. Askerî olarak tabi ki artan bir ilişki söz konusu. Özellikle Türkiye’nin bir NATO gücü olması Kazakistan için cezbedici noktalardan birisi. Biliyorsunuz Türkiye NATO’daki en güçlü ikinci orduya sahip ve Türkiye batıya açılan bir yüz. Tabi ki Kazakistan’ın NATO üyesi olmak gibi bir gayesi yok ama Barış İçin Ortaklık Anlaşması’nın da bir parçası Kazakistan. NATO’ya da baktığımızda zamanında Kazakistan ile ilişkilerini hep Türkiye üzerinden yürüttü. Çünkü Türkiye’nin varlığı NATO için Asya devletlerine açılma imkânı yarattı.

Tüm bunların yanı sıra biz zaman zaman Kazakistan ordusuna askerî hibelerde de bulunduk. 2005 yılında başladı diyebiliriz bu askerî hibeler. Askerî araç, telsiz, gece görüş cihazları gibi desteklerde bulundu Türk Silahlı Kuvvetleri. Yine 2005 yılından itibaren iki ülke arasındaki askerî iş birliği anlaşması kapsamında Kazakistan askerlerinin Türkiye’ye gelip teknik ekipman ve harp eğitimleri alması –ki hala devam ediyor- ilişkileri önemli ölçüde ilerletiyor. Buna ek olarak 2007 yılında özel kuvvetlerin eğitimi konusunda da ayrıca bir iş birliği anlaşması var, Kazakistan özel timlerine hem burada hem de orada eğitim veriyoruz. Tabi bu konuda en önemli kurumlarımızdan biri de TİKA.

İki ülke arasındaki en mühim savunma hamlesi 2013 yılında Astana’da Kazak Engineering –yarısı Kazakistan’a yarısı bize ait- firmasını açmamızla gerçekleşti diyebiliriz. Yani aslında ASELSAN’ı Kazakistan’da açmış olduk. Bu sadece bizim için değil, Kazakistan ve diğer Orta Asya ülkeleri için de çok önemli. Çünkü Türkiye bu fabrika sayesinde hem Kazakistan’a hem de civar ülkelere özellikle sınır güvenliği donanımlarının yapımı konusunda destek veriyor.

Şu ana kadar Kazakistan’a yaklaşık 50 milyon $’lık satış yaptık. 10 yıl içerisinde de 1 milyar $’lık bir hedef var; hem Kazakistan hem de yine bazı civar ülkeler için. Nitekim Kazakistan pazarı savunma sanayiimiz için önemli. Burası ile de yetinmemek lazım Özbekistan’da ciddi bir pazar. Çünkü biliyorsunuz Özbekistan Orta Asya’nın en güçlü ordusuna sahip. Ancak tabi şunu da belirtmek lazım, savunma sanayiine en fazla bütçeyi ayıran ülke Özbekistan değil Kazakistan. Ama en güçlü savunmaya sahip Özbekistan. Dolayısıyla orada yapılacak savunma sanayii hamleleri Kazakistan için de, Özbekistan için de, Türkmenistan için de –hatta Rusya için de- önem arz ediyor. Örneğin Rusların bazı termal görüş kameraları ASELSAN üretimi ve bunu da Kazakistan’da yapıyor. Dolayısıyla ASELSAN üzerinden bu açılım çok önemli bizim için de bölge içinde. Daha önce ifade ettiğim gibi diğer ülkelere de sıçradı bu atılım ve pazar alanı oluşmuş oldu.

Askerî araçların modernizasyonu konusunda da Türkiye artık Asya’da sözü geçen bir ülke konumuna gelmek üzere. Kazakistan modernizasyon faaliyetlerini sadece Rusya ve Çin’den tedarik etmiyor. Dolayısıyla burada bulunan fabrikanın olması üst düzey askerî ziyaretleri de zaman içerisinde arttırdı. Genelkurmay Başkanları ve Savunma Bakanlıkları defalarca birbirlerine ziyarette bulundular. Yakında bu ASELSAN fabrikasının benzerinin Özbekistan’da açılması planı var.”

“Karabağ Zaferi Türk İHA ve SİHA’larına karşı Orta Asya’da rağbeti arttırdı”
Türk İHA’larının başarılarının Orta Asya’daki yankılarına değinen Doç. Dr. Serdar Yılmaz, bölgedeki ülkelerin Türkiye’den İHA alma düşüncelerinin Rusya tarafından baskılanmaya çalışıldığını dile getirdi.


“Bir diğer önemli konu da Türk İHA ve SİHA’ları… Hakikaten son dönemde milli savunma hamlemiz bu açıdan parmak ısırtacak derecede ilerliyor. Hem Libya’da, hem Ukrayna’da hem de son olarak Karabağ’da İHA’larımızın başarısı Orta Asya ülkelerini bizde İHA almaya sevk etti. Hem Kazakistan, hem Kırgızistan, hem de Özbekistan Türkiye’den İHA alımına başladı. Yakında da SİHA satımı başlayacak. Nitekim Orta Asya’dan gelen bu rağbet Rusya’yı tedirgin etti. Geçenlerde bir makale yayınlandı Rusya Savunma Bakanlığı tarafından. Bu makalede merkeze Kırgızistan alınmıştı. Bu aslında Kırgızistan’ın Türkiye’den İHA alımını bir kez daha düşünmesi gerektiğini, bu hareketin bölgeyi militarize edebileceğini söyleyen bir algı makalesiydi. Velhasıl Rusya bu konuda Türkiye’nin hangi ülkeye kaç tane İHA sattığını çok ciddi takip ediyor. Yakın zamanda biliyorsunuz Ukrayna’ya satılan SİHA’lar Donbas bölgesinde kullanıldı. Karabağ Zaferi ile zaten İHA ve SİHA’larımızın başarısı dünya çapında bir üne kavuşmuş oldu. Samuel Huntington bile kendi sosyal medya hesabından, bu İHA’ların dünya savaş sanatını değiştirdiğini, mevcut savunma sistemlerine 13 trilyon $’lık bir zarar verdiğini bu açıdan dikkatle takip edilmesi gereken bir Türk savunma sanayii olduğunu ifade etti. Yakında başlayacak İHA ve SİHA satışımız Orta Asya devletlerine. Çok fazla olmasa da Preemptive Strike denilen önleyici vuruş açısından İHA ve SİHA’ların ihracatı hem bizim ilişkilerimiz açısından hem de Orta Asya devletlerinin savunma mekanizmaları açısından çok önemli katkı sağlayacaktır. Son dönemde özellikle Kazakistan kendi GSYH’sine oranla savunma sanayiine büyük meblağlarda para harcıyor. Bu alan için ayırdığı bütçe 2.5 milyar $. 135 milyar $ GSYH’si olan bir ülke için yüksek bir rakam bu baktığınızda. Bu açıdan gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Savunma sanayii ilişkileri geliştikçe diğer ilişkiler de gelişecektir. Bizim Orta Asya ile ilişkilerimizde iki önemli sacayağımız var. Bunlardan birincisi ekonomik ilişkiler. Biz ekonomik bir başarı hikâyesi yazmadığımız sürece Orta Asya ile mesafemiz bakî kalacaktır. Ama ekonomik başarı hikâyesini yazdıktan sonra bunu askerî, diplomatik, sosyal ve kültürel alanlara yayarsak bu otomatik olarak belki de uzun yıllardır hayalini kurduğumuz Türk Devletleri Birliği’ni ortaya çıkartacak bir veri olacaktır.

Ancak tüm bunlar yetmez diyoruz. Çünkü Çin ve Rusya’nın Orta Asya’ya savunma sanayii ihracatları ile mukayese edersek yetersiz kalıyor tüm bu söylediklerimiz. Mesela Kazakistan’ın savunma envanterine baktığımızda uçakların çoğu –bilinenin aksine Rusya’dan da çok- Çin’den geliyor. Rusya’da ikinci sırada kalıyor. Kazakistan’ın şu an 235 tane uçağı var; bunun 114 tanesi savaş uçağı, 78 tanesi helikopter, geri kalanları da eğitim ve ulaşım uçakları. Savaş uçaklarını incelediğimizde çoğu MiG-29, Su-27/24/25 ve Su-30’dan oluşuyor. Helikopterler yine ekseriyetle Rusya’dan değil Çin’den alınıyor. Tabi Çin’den sonra ABD VE Rusya yapımı helikopterleri de var. Yine ulaşım uçaklarına baktığımızda birisi hariç 17 tanesi Çin’den alınma. Dolayısıyla Çin hakikaten önemli bir pozisyonda Kazakistan için.

Yakın zamanda Kazakistan Rusya ile yine bir savunma sanayii anlaşması yaptı. Rusya’dan 24 adet Su-30 savaş uçağı, 2 adet Mi-35 siparişi verdiler. Bunun yanında diğer Orta Asya ülkeleri ile de Rusya’nın hava savunma ve savaş uçağı anlaşmaları olduğunu görüyoruz. Bu arada Kazakistan Fransa ile de bir anlaşma yaptı. Onlardan da 2 adet kargo uçağı ile 40 tane keşif ve asker sevkiyat helikopteri alacaklar.

Bizim Türkiye olarak alacağımız daha çok mesafe var. Kısa zamanda –ki bunun çalışmaları sürüyor- milli savunma hamlemizi savaş uçağı ihraç edecek noktaya getireceğiz. Bu da gerçekleştikten sonra tıpkı İHA ve SİHA’larımızda olduğu gibi Asya Türk Devletleri Türkiye’den savaş uçağı satın almaya da başlayacaktır diye düşünüyorum.

Ya bu Kazakistan neden savunma sanayiine bu kadar harcama yapıyor, bir tehdit mi hissediyor? diye soracak olabilirsiniz. Yok olmaya yüz tutmuş olsa da DEAŞ terör örgütü 5-6 yıldır Asya ülkeleri için de ciddi bir tehditti. Takip edenler bilir DEAŞ’a katılan birçok Kazak asıllı terörist vardı. Aralarında çocuk, kadın savaşçılar bile vardı. Daha sonra Kazakistan bunları büyük bir askerî operasyonla geri getirdi. Dolayısıyla bu örgütün varlığı bu ülkeleri hep teyakkuz halinde tuttu. Bir de tabi Kırım’ın ilhakından sonra sıra nereye gelecek sorusu vardı hep akıllarda. Ben o sıralarda Orta Asya’da yaşıyordum. Bu soruları çok fazlasıyla duydum. Hatta bununla ilgili İngilizce bir makale yazdım; ‘Never Say Never Who Is Next Crimea? (Sıradaki Kırım Kim Olacak?)’ başlığı ile. Ve hep işaretler Kazakistan’ı gösteriyordu. Çünkü Kazakistan’da yaşayan 3.5 milyon civarında Rus nüfusu var. Aralarında tarihten gelen bir bağ var. Yine önemli bir nokta biliyorsunuz dünyanın en uzun 2. Kara sınırı Kazakistan ve Rusya arasında. Bu durum Kazakistan’da açıktan dillendirilmese de 2014 yılından sonra Kazakistan savunma sanayiine yaptığı yatırımları arttırdı. Yine son dönem yaşanan Afganistan meselesi de sınırı olmamasına rağmen tedirgin ediyor Kazakistan’ı. O yüzden savunma sanayiine yatırımları bir müddet daha sürecektir Kazakistan’ın.

Rusya Orta Asya devletleri üzerinde vuku bulan militarist eylemlere karışıp oradaki halk ve devletlerin tepkisini çekmemek için kendi coğrafyaları üzerinden DAEŞ’e sızmalara kontrollü bir şekilde izin verdi. Yani Orta Asya’da savaşıp oradaki halkların tepkilerini çekmektense bu militanların Orta Doğu’ya –özellikle Kafkasya bölgesindeki militanların da- kontrollü bir şekilde geçişine izin verdi ve bu insanların çoğunu bir nevi yok etti. Ve kimse de buna karşı bir ses yükseltmedi. Çünkü orada DEAŞ terör örgütüne katılmış teröristlerden bahsediliyordu. Başarılı da oldu Rusya bu politikasında. Örneğin Çeçenistan’da yok etmek istemediği militanların geçişini kolaylaştırarak Orta Doğu’da yok olmalarını sağladı. DEAŞ konusun Orta Asya’da artık neredeyse bitmek üzere. Popüleritesi ve katılım oranı da bitmeye yüz tuttu. Bu da Orta Asya devletleri için avantaj. Ama şu an Taliban’ın yönetime gelmesi ile DEAŞ ayaklanır mı düşüncesi Orta Asya devletlerini tedirgin ediyor. Özellikle Afgan mülteci kılığında bu devletlere sızma girişimleri bu tedirginliği tetikleyen konulardan biri. Hatta bu dönemin başında Putin’de “Afgan mülteci kılığında Orta Asya’da DEAŞ’lı istemiyoruz.” minvalinde bir açıklamada bulundu. Dolayısıyla bu devletler Taliban’ın varlığından rahatsızlar. Bu konu tabi Orta Asya devletlerinin Rusya ile daha yoğun savunma sanayii anlaşmaları yapmasının da önünü açıyor. Çünkü bir tehdit algılıyorlar bu tedirginlik ile birlikte. Rusya’nın bu devletlerde askerî üs kurma niyetini de ortaya koyacaktır bu durum.”

Türk Devletleri Teşkilâtı…
Türk Keneşi’nin, birliğin ‘Teşkilât’ adını alarak kurumsallaşmasının en önemli adımlardan biri olduğunu SavunmaTR’ye aktaran Doç. Dr. Yılmaz, bu devletlerin ekonomik bir başarı hikayesi yazmalarının bir zorunluluk olduğunu vurguladı.

“1992 yılından 2009 yılına kadar Türk Devletleri Başkanları olarak devam etti Türk Keneşi; yeni adıyla Türk Devletleri Birliği. Daha sonra Bakü zirvesi ile (2008 veya 2009 yılında) Türk Keneşi adını aldı. Yani kurumsal bir kimliğe bürünmüş oldu. Bu kimlik ile birlikte Türk Konseyi, Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA), Aksakallılar Meclisi ve Astana’daki Türk Akademisi gibi kurumların kurulmasına da vesile oldu. Zaten daha öncesinde de biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği ile de uzun yıllardır orada TİKA, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlarımız varlık gösteriyor. Şimdi de yeni bir döneme evriliyoruz; Türk Devletleri Teşkilatı olarak… Geçtiğimiz yıl Nursultan Nazarbayev’in önerisiydi bu isim. Bu çok önemli bir nokta. Çünkü teşkilat ismini alması kurumsal yapının daha da güçlenerek gelişeceği anlamı taşıyor. Bugüne kadar Türk Dünyası deyince kurumsal mekanizmanın ne kadar zayıf olduğundan bahsedilmiştir hep. Arık bu hamle ile bu durum konsolidasyona uğrayacaktır.

Ayrıca Türk Devletleri Teşkilatı ile birlikte bütün bu devletlerimn Türk kökenli oldukları resmî bir şekilde ilan edilmiş oldu. Bu da önemli bir hamle. Bir diğer önemli konu da Türkmenistan meselesi. Türkmenistan’ın gözlemci üye olarak olsa bile -2000 yılında ara verdiği- Türk Devletleri Zirveleri’ne katılması kesintisiz bir Türk Dünyası idealini kurmak açısından önem arz etmektedir. Nitekim geçtiğimiz yıl Karabağ Zaferi ile birlikte bu kesintisiz Türk Dünyası ideali vuku bulmuştu. Yakında açılacak olan Nahçıvan ve Zengezur koridorları ile birlikte bu ideal realize olacaktır. Geçtiğimiz 12 Kasım’da da Türk Devletleri Teşkilatı bünyesine bürünmemiz ve Türkmenistan’ın gözlemci üye olarak katılmak istemesi, Macaristan’ın birlikteki varlığı artık yavaş yavaş siyasî pasifizmden çıkarak Türk Devletleri’ni ilgilendiren konularda amasız ve eğersiz ortak bir irade beyanı göstermesi gerektiğini göstermiştir. Ben şunu defaten ifade ediyorum, hala Türk Devletleri arasında bazı önemli meselelerde çok büyük ayrımlar var. Bunlardan bir tanesi Kırım meselesidir, bir diğeri ise Uygur Türkleri meselesidir. Dolayısıyla Türk Devletleri’nin alması gereken çok yol var daha. Heyecanlanalım, sevinelim ama ayağımız yerden kesilmesin. Zaten romantik akımın peşinden uzun yıllar gittik. Artık temelleri olan politikalardan bahsetmemiz lazım.

Türk Devletleri görüş ayrılıklarını yavaş yavaş ortadan kaldırıp hem kendilerini ilgilendiren hem de dolaylı ve doğrudan içinde bulundukları konularda ortak bir irade benimsemeliler. Ve de konuşmamın başında söylediğim şeyi yineliyorum; Türk Devletleri kendi aralarından ekonomik başarı hikayeleri yazmak zorundalar. Eğer bu sağlanmazsa bu birliğin çok da bir önemi kalmaz. Bir diğer konu Türk halklarının birbirlerini tanımalarına olanak sağlanması lazım. Bizim en büyük eksikliklerimizden biri de bu. Biz birbirimizi tanımadıkça bizi temsil eden siyasîler istedikleri kadar görüşsünler; bir temel sağlanamayacaktır kanaatindeyim. O yüzden birincil olarak ekonomik başarı hikâyesi yazılmalı ve ikincil olarak da Türk Devletleri’nin halklarının birbirlerini tanımalarına olanak sağlanması lazım."

"KKTC, Türk Devletleri'nin tamamı tarafından tanınmalı ve Türk Devletleri Teşkilâtı'na dahil edilmeli"
"Türk Devletleri’ni ilgilendiren konularda ortak karar almalıyız ve Kıbrıs’ı derhal tanımalıyız. Tanındıktan sonra da hemen Türk Devletleri Teşkilatı’nın bir parçası haline getirmeliyiz. Türk Devletleri’nin teşkilata ayırdığı bütçeyi tekrar gözden geçirerek arttırmalıyız; her devlet eşit bir şekilde üzerine düşen bütçe arttırımını yapmalı. Kurumsallaşmayı da bu anlamda hızlandırmalıyız. Temeli sağlam olan, romantizimden uzak; realist ve Türk Devletleri’ni ilgilendiren konularda siyasî pasifizmden uzak ortak irade beyanında bulunmalıyız. Eğer bunlar gerçekleşirse Türk Devletleri Teşkilatı amacına ulaşacaktır. Ama gerçekleşmezse yine 30 yıl romantik bir şekilde yerimizde sayarız.”