Merhabalar…

Bu yazıda, daha önce yerli oyun sektörüne dair konuşmadığımız en önemli fakat en az bahsedilen bir konuyu ele alacağız; insanları.

Bunun iki önemli sebebi var. Birincisi, oyun sektörünün; hizmet sektörü gibi insan ve organik emek odaklı çalışmasına rağmen, imalat sektörü gibi ürün çıktılayan ve bu işleyiş yapısı ile de oldukça şahsına münhasır bir konumda bulunan az sayıdaki sektörlerden biri olmasıdır. İkincisi ise futbol, sinema, medya, basın gibi eğlence sektörünün diğer kolları söz konusu olduğunda ilgili endüstrinin finansal yekûnu pek sık gündem olmazken, yerli oyun sektörünün inatla finansal çerçevede değerlendirilmesi ve bu çerçeveden uzaklaşmayı sektörü gündeme taşıyan hiç kimsenin tercih etmemesidir. Oysa Türkiye’de faaliyet gösteren çoğu oyun geliştirici yapının öncelikli sorunu finanstan ziyade, beşerî sermaye ve erişmeye çalıştığı kitle ile arasındaki uçurumdur.

Yani özetle, insan faktöründen kaynaklanan sorunlar çözüldüğünde, sektörün finansal hacmi de otomatik olarak büyüyecek ve maddî gereksinimler kendiliğinden giderilmiş olacakken, henüz yerleşikleşmemiş bir emek organizasyonu ve hedef pazar kitlesinin aksine, yerli oyun sektörünün yıllık cirosunu konuşuyoruz. Bu ciro kendiliğinden beliren bir şey değil. İnsanlar tarafından üretilen bir ürünün yine insanlar tarafından tüketilmesi ile ortaya çıkan bir değerden bahsediyoruz. Üstelik hammadde bile yok. Her şey tamamen insan odaklı.

Mesela ülkemizde oyun geliştiricilerinin sıfırdan yetiştirebileceği örgün ve düzenli eğitim programları yok. Cesurca davranıp inisiyatif alan birkaç gözü pek bilirkişinin öncülüğünü üstlendiği münferit örnekler dışında kök salacak ya da kendi eğitim ve meslek geleneğini üretebilecek bir yapıdan söz edemiyoruz.

Daha önemli bir gerçek de şu: Türkiye’de, Türkiye’den çıkan oyunu parasıyla alıp oynayacak müşteri yok. Yerli oyun firmaları ses, görsel, mühendislik, kurgu, hikâye alanlarında birden fazla bilim ve sanat kolunu işlevsel olarak kullanıp istihdam etmektedir. Bu branşların tek başına eğlence ürünü çıktıladığı alanların her birine ayrı ayrı bütçe ayırabilen kitleler mevcutken, bunların bir potada eritildiği ve birlikte koordineli çalıştığı oyun sektöründe aynı nitelikli hedef pazar kitlesini bulmak pek mümkün değil. Haliyle ülkemizdeki oyun geliştirici girişimler ya yurtdışında başarı hikayesi yazmak ya da kamu ya da tüzel müşteriler için basit oyunlar geliştirmek zorundalar.

Lakin şu soruya bu işin mutfağında bulunan bizler oldukça sık muhatap oluyoruz: “Neden bizim değerlerimizi anlatan Call of Duty standartlarında iyi bir oyun yapılmıyor?” Çünkü bir oyunu geliştirebilecek beşerî sermayeyi örgütlemek için ağır bedeller ödedikten sonra o oyunu satın alacak müşterinin ülkemizden çıkabileceğine güvenildiğinde, geliştirici şirketin iflas fermanı yazılmış oluyor. Bizi bize anlatan bir oyunun yurtdışında başarı yakalayabilecek seviyede üretilmesinin zorluğu bir kenara, küresel müşterinin beğenebilmesi için feragat edilecek içerik ise oyundan beklenen “milli” vurguyu tamamen yok ediyor.

Haliyle vazgeçilmesi gereken bazı niteliklerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu nitelikler oyunun kalitesi, içeriği, uzunluğu, teması, çoklu oyuncu özellikleri, tanıtım faaliyetleri şeklinde sıralanıyor. Ve bunlardan herhangi bir tanesinden vazgeçerseniz, zaten tam teşekküllü bir oyun yapmamış ve haliyle de projenizden zarar etmiş oluyorsunuz. Bu nedenledir ki Zynga’nın satın aldığı ya da başarı hikayesi saydığınız oyun geliştirici firma sayısı en fazla 5 iken, bilmediğiniz ve batan ya da iş kolu değiştirmek zorunda kalan yüzden fazla oyun geliştirici girişim bulunmaktadır.

Evet, yerli oyun sektörümüzün ne kadar övgüye layık, yatırımcı açısından cazip, finansal olarak risk iştahını cezbedebilecek, içerik olarak potansiyel vadeden ve istihdam açısından oldukça yüksek faydalı bir sektör olduğunu sürekli rakamlar özelinde konuşuyor, yazıp çiziyor gündeme getiriyoruz. Lakin bunca sevginin karşılığının ne kadar az olduğunu gündem haline getirmezsek, ilerlememiz ve küresel piyasada ciddiyetle anılan rekabetçi bir pozisyona yerleşmemiz pek de hızlı ve sağlam olmayacak gibi görünüyor.

Peki ne yapmalı?

Yerli savunma sanayiine duyduğumuz hayranlık boşuna değil. Zira hem fiilî hem de fizikî emperyalizme karşı bir tez üretme, başka bir dünya tahayyülünü yaşatma konusunda yaslandığımız biricik değerimiz kendimizi savunma kabiliyetimizdir. Ve yerli savunma sanayiinin ülkemize kattığı her değer, katettiği her adım, bizi taşıdığı her yeni ufuk ortadadır.

Fakat ne zamanki konu kültürel emperyalizm olur, işte o vakit aynı karşı tezi üretme konusunda aynı manzarayı görmemiz için bakışımızı farklılaştırmamız gerekmektedir.

Bizler kendi alanımızda sadece finans konuşulurken değil; teknolojik inovasyonun açacağı ufukları, yazılacak hikâyeleri, verilecek mesajları, bir araya getirilecek insanları, gerçekleştirilecek projeleri konuşurken de bizim duyduğumuz heyecanı duyacak muhatapları arıyoruz. Bu heyecanı duyabilmek cesaret işidir.

Her konuda zorluğa meydan okumasıyla geçmişini ve bugününü inşa etmiş ülkemizin; yatırımcısı, girişimcisi, finansörü, son kullanıcısı, basın mensubu, sanatçısı, mühendisi ve ilgili her bireyiyle sahip olduğu cesareti bu alanda da sergilemesini bekliyoruz.