“Türk tipi kalkınma ve yardım sistematiğini dünyaya öğrettik”
Sözlerine lobiciliğin ne demek olduğunu anlatarak başlayan YTB Başkan Yardımcısı Turus, diasporadaki vatandaşların aidiyet bağlarının sağlamlaştırması gerektiğini belirtti.
“Biz lobiciliği yeni öğreniyoruz. Tarih boyunca hep net olmuşuz. Sömürü yok tarihimizin hiçbir safhasında. Allah nasip etti, 60 ülke görme imkanımız oldu. Gittiğim coğrafyalarda Osmanlı 200-300 sene hüküm sürmüş fakat kültürel emperyalizme dayandırabileceğimiz hiçbir iz yok. Cami, medrese, han, hamam vesair her türlü hizmet götürülmüş, ama hiçbir sömürüye maruz bırakılmamış coğrafya insanı… Ancak mesela Fransa gelmiş; öyle bir tahakküm kurmuş ki, bırakın dilini, kültürünü adam artık rüyalarını bile Fransızca görmeye başlamış. Hayallerini Fransızca’ya oturtmaya başlamış. Yani lobiciliğin dışına çıkmışlar, emperyalist bir düşünceye bürünmüşler.
Örneğin bu pandemi sürecinde Avrupa çok ciddi bir sıkıntı yaşadı ve yaşamaya devam ediyor aslında. Bu sıkıntıların en önemlilerinden biri, bakıma muhtaç evlerinde kalan insanları resmen kendi hallerine terk ettiler. Biz YTB olarak hemen oradaki çatı kuruluşlarımız ve sivil toplum örgütleri ile iletişime geçtik. Şunu fark ettim ki, bu kuruluşlar lobi olarak değil de daha çok insanî yardım kuruluşları olarak altyapı edilmiş. Yani benim olanın karşıdakinde de olmasını sağlamak gibi… Çok da büyük işler yaptılar, biz küçük desteklerle onların büyük işler yaptığını gördük. Şimdi amacımız, özellikle diasporada kendi alanlarında spesifik olarak çalışabilecek dernekler kurmak. Mesela bir çevre derneği kurduralım; ama Türkiye’nin değil yaşadığı ülkenin çevre sorunlarıyla ilgilensin. Sanat derneği kurduralım, o ülkenin sanatıyla ilgilensin soydaşımız, ama o ülkenin sanatıyla Türk sanatını nasıl harmanlayabilir ona baksın. Yine bir örnek daha; bilim derneği kurduralım, o ülkede bilime ne katkı sağlayabilir soydaşımız, buna çalışalım gibi… Yani aslında artık tırnak içerisinde, “Avrupalı Türkler” veya yaşadığı ülkede “Almanya’da kalan, Fransa’da kalan, oradan dönmeyecek Türkler” gibi ifade edelim diasporamızı ve oranın sosyalizasyonu ile bütünleşmiş olarak oraya katkı sağlayacakları ve asla Türkiye aidiyetlerini kaybetmeyecekleri bir altyapı sağlamaya çalışıyoruz.
Şuna inanıyoruz ki; biz son on yılda Türk tipi kalkınma modelini, Türk tipi kalkınma yardımı sistematiğini dünyaya öğrettik. Bu nedir? Gizli bir ajandası olmayan, yaptığı yardımın karşısında “illa ki şu şartlar sağlanacak” gibi bir yorum gözetmeyen bir sistemdir. Bu hakikaten dünyada kalkınma yardımı yapan diğer bazı ülkelerin sömürü niteliğindeki yardımlarının dışında bir sistem. Biz diyoruz ki; “Hayır, bizim bir sömürü misyonumuz yoktur, biz tecrübemizi karşı tarafla paylaşmak istiyoruz.” Hatta Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) daha önce Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’ydı. Oradaki irade o zaman bu ifadenin değiştirilmesini istedi ve üstenci bir dil olarak “biz sizi kalkındırmaya geldik” değil de biz sizinle işbirliğine geldik demeyi tercih etti. Yani karşı tarafında bir değeri olduğunu, bir varoluş unsurlarının olduğunu ve karşılıklı tecrübe paylaşımını gözetti.”
“Türk tipi lobi modelini tekrar inşâ etmemiz gerekiyor”
Son 20 yılda Türk dış politikasının eksen değiştirdiğine değinen Turus, Türk diasporasının da en iyi entegrasyonu sağlayan topluluğu oluşturduğunu vurguladı.
“Türk tipi bir lobi modelini bizim tekrar inşâ etmemiz gerekiyor. Kendi değerlerimizi, kendi medeniyetimizi, kendi kültürümüzü ve kendi vakıf anlayışımızı hatta bir ileri gidiyorum kendi tasadduk kültürümüzü bu bahsettiğim lobiciliğin içine iyi bir şekilde yerleştirmemiz gerekiyor. Türkiye son 20 yılda dış politikasını çok farklı bir eksene kaydırdı. Yani üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla çevrili bir anlayıştan “hangi ülkelerle nasıl işbirliğine gidebilirim?” in peşine düştü. Mazlum coğrafyalardan, azınlıklara ve haksızlığa uğrayanlara kadar ezilenin yanında olma düsturuyla hareket etti.
Şimdi artık bir 'algı' dünyasındayız. Eğer bir algı oluşturamazsanız karşı taraf ne yaparsanız yapın kendi algısını size yedirmeye çalışıyor ve sizi kendi istediği gibi tanıtıyor. Dünyanın en güçlü –özellikle maddi anlamda- iki büyük lobisi var; biri Yahudi diğeri Ermeni lobisi. Yahudi lobisi Müslüman coğrafyayı ciddi ölçüde sıkıntıya sokarken Ermeni lobisi Türk dünyasını ciddi ölçüde sıkıntıya sokuyor. Biz ise, bir ‘sıkıntı lobisi’ olmaktansa diğer ülkelerin diasporalarıyla nasıl işbirliği içinde olabiliriz, kendi diasporamızın yaşadıkları ülkelere katma değerlerini nasıl çoğaltabiliriz ve altını çizerek söylüyorum Türkiye ile olan aidiyetlerini medeniyet kodlarıyla kendilerinin ve Türkiye’nin tecrübelerini, bulundukları ülke ile nasıl bütünleştirebilirler sorularıyla yola çıkarak bir köprü olacak lobi unsurunu oluşturmak istiyoruz. Tabi bizim lobimiz bir mağdur lobisi değil, işçi lobisi. Yahudi ve Ermeni lobileri mağduriyet üzerine yapıyorlar tüm faaliyetlerini. Bizim işçi lobisi olarak adlandırdığımız lobimiz aslında en iyi entegrasyonu sağlayan topluluğu oluşturuyor. Bilinenin aksine sadece Türkiye’den işçi getirilmedi 1961 antlaşmasında; Fransa’dan getirildi, Sırbistan’dan getirildi, İtalya’dan getirildi, Macaristan’dan getirildi. Ancak iş ahlakı ve yaşadığı topluma entegrasyon konusunda gözlemlendiğinde en başarılı bizim toplumumuz oldu ve böylece kalıcı işçi statüsüne geçtiler. Bunu bizim çok iyi anlatmamız lazım. Çünkü bugün bazı ırkçı ve psikolojik saldırılarla bunu aksi yönde gündem etmeye çalışıyorlar. Biz kurum olarak buna izin vermemeye gayret ediyoruz.”
“Bizim kültür ve dilimizle burada yaşayan öğrenciler ülkelerine döndüklerinde aslında bizim fahrî elçilerimiz oluyorlar”
YTB’nin çalışma alanlarını da geniş perspektifte değerlendiren Başkan Yardımcısı Abdulhadi Turus nitelikli insan yetiştirmenin ana gündem maddelerinde olduğunun altını çizdi.
“Bizim üç ana çalışma alanımız var; bunlardan biri diaspora. Bu anlamda en önemli hedefimiz diasporamızdaki vatandaşlarımızın bulundukları ülkede yaşam standartlarını, hukukî altyapılarını geliştirmek ve onların anavatanları Türkiye’ye olan aidiyetlerini korumak. Bu minvalde belirli altyapı çalışmalarımız var. Kültürel altyapı çalışmaları, Türkçe eğitim altyapı çalışmaları gibi… Kurumumuzun aslî unsuru proje bazlı aslında. Son iki yıldır aile, çocuk ve yaşlılarımız ile ilgili ciddi projelerimiz oldu. Yaşadıkları mağduriyetlerin giderilmesi ve bu konuda hukukî düzenlemelerin yapılması ile ilgili. Soydaşlarımızın yaşadıkları toplumda özgüvenle hayatlarını sürdürebilecekleri bir altyapı sunmaya çalışıyoruz.
İkincil olarak uluslararası öğrenciler projemiz var. Bu proje aslında merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından “Büyük Türkiye Bursu” adı altında başlatılan, daha sonra 2011-2012 yıllarında YTB’ye deruhte edilen bir proje. Bununla yılda ortalama 4000-5000 öğrenci getiriyoruz. Türkiye mezunu 150.000’e yakın öğrenci var. Burada şunu da belirtmem gerekiyor, bu öğrenciler en az 4 yıl Türkiye’de bizim kültürümüz ve dilimizle yaşıyorlar, akabinde ülkelerine dönüyorlar. Burslarımızın FullBright burslarından daha iyi olduğunu da söyleyebilirim. Çünkü daha kapsamlı; uçak bileti, sağlık sigortası ve barınmaya kadar biz karşılıyoruz. Burada aylık olarak geçinebileceği bir bursa sahip oluyor öğrenciler. YÖK marifetiyle de üniversiteye yerleştiriyoruz. Bizim kültür ve dilimizle burada yaşayan öğrenciler ülkelerine döndüklerinde aslında bizim fahrî elçilerimiz oluyorlar, bu diplomatik olarak da çok verimli bir şey. Bu öğrencilerden biri önemli bir mevkie geldiği zaman burada kazandığı ünsiyete göre hareket ediyor.
Bir diğer çalışma konumuz kardeş ve akraba topluluklar ile ilgili. Bu diasporanın dışında soydaş olduğumuz, Orta Doğu Türkmenlerinden Kafkasya’ya, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor. Hangi coğrafyada olursa olsun tüm soydaşlarımızla ilgili projeler geliştiriyoruz. Bağları sağlamlaştırmaya yönelik projeler bunlar. Ancak tabi bir takım sorunlar yaşanabilse de biz nerede proje üreteceksek orada bulunan tüm hukukî şartlara uyarak bunları gerçekleştiriyoruz. Hukukun dışına çıkmamak bizim en önemli şiarımız. Biz çalıştığımız ülkelerle ilişkilerimizi olumlu yönde geliştirmeyi amaçlıyoruz. Ama bir yandan da soydaşlarımızın haklarını korumak ve yaşam standartlarını yükseltmek istiyoruz. Örneğin Batı Trakya’daki soydaşlarımızın birçok hakları ellerinden alındı. Dil meselesinden tutunda, Türk öğretmenlerin istihdamına, eğitim kurumlarına müdahale ve uluslalarası anlaşmalar olmasına rağmen eğitim kurumlarının ihtasına kadar Yunanistan birçok hukuksuzluğa imza attı maalesef. Buna rağmen bizim orada yürüttüğümüz tüm projeler hukukî çerçevede gerçekleşiyor.
[YTB Başkanı Abdullah Eren'in, Bulgaristan Zorunlu Göçünü Anma Programı konuşmasından bir görüntü.]
Biz diasporaya kümülatif olarak değil, diasporanın liderlerini nasıl yetiştiririz gözüyle bakıyoruz. Az önce bahsettiğim üç kol çalışmamızda nitelikli insan yetiştirmek en öncelikli hedefimiz. Eğer bir Türk varlığının temsiliyetinden bahsedeceksek bu temsiliyetin kendi alanında en iyi eğitimi almış olması gerektiğine inanan bir kurumuz. Bu yüzden özellikle gençlerimizin aidiyeti konusunu aslî görev kabul ediyoruz. Dolayısıyla özellikle dördüncü nesile gelmiş, Avrupa’da Türk diasporasındaki gençlerimizin her faaliyetine -özellikle eğitimlerine- özel ihtimam göstermemiz gerekiyor. Çünkü biliyorsunuz biri bir şey yaptığında kendisiyle değil toplumuyla değerlendiriliyor. Bu bir Türk diyorlar ve ona göre Türkiye kafalarında şekilleniyor. Biz de bu temsiliyeti en üst seviyeye nasıl çıkartabilirizin derdindeyiz. Mesela bunun en yakın örneği Almanya’da yaşayan iki Türk bilim insanının kovid aşısı bulması ve bunun dünyadaki yankısı… Bunu belki milyon dolarlar harcasanız, bir tanıtım yapmak isteseniz bu şekilde yapamazsınız. Ama iki Türk bir şey üretip, “kutlamak için Türk çayı içtik” dediğinde belki de milyonlarca insan Türk çayını bile araştırmıştır. Üstelik yine Alman meclisinde, Türk varlığının –vakıf ve derneklerinin- haklarını yok etmek üzere yapılan bir müzakere esnasında bir Alman parlamenterin, “sizi kovid belasından kurtaracak olan iki kişide Türk, hala ne entegrasyonundan bahsediyorsunuz” demesine sebep olup oradaki Türk varlığını koruyabiliyorsunuz. Ancak tabi maalesef bunun tam tersi de mümkün. Yani iki Türk’ün yanlış bir işi tüm topluma mâl olabiliyor.”
2021 Mart ayında dijital ortamda yepyeni bir YTB geliyor
Sözlerini tamamlarken diaspora ve soydaş topluluklardaki Türk gençlerinin edebiyat meraklarının mutlu edici olduğuna değinen Turus, önümüzdeki Mart ayında YTB’nin çok daha interaktif bir internet sitesi ile hizmet vereceği müjdesini verdi.
“Çok yakın zamanda bir diaspora kısa film yarışması yaptık. Diasporadaki gençlerimiz çok güzel ve ciddi işler çıkarttılar. Amacımız vitrinin önünü başarı hikâyeleri ile doldurmak. Bulunduğu ülkenin dilini çok iyi konuşan, ilgi alanında uzmanlaşmış ama aynı zamanda Türk aile kültürünü koruyan genç profillerini çoğaltma gayretindeyiz. Yani kendi kültürünü bulunduğu yerde yaşatan ama aynı zamanda oradaki yaşam standardına erişmiş gençler hedefliyoruz.
Avrupa’da yaşayan gençlerimize yönelik Türkçe yazarlık akademisi çalışmalarımız var. Bundan doğmuş “Telve” isminde bir dergimiz var. Telve, sadece Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın Türk Edebiyatına olan meraklarından dolayı kendilerinin çıkarttığı bir dergi. Bizi çok heyecanlandırıyor Telve dergisi. Gelen şiirler, makaleler gerçekten çok sıcak ve ülke hasretini hissediyorsunuz. Düşünün; aslında gurbette doğup büyümüşsünüz ama Türk Edebiyatına ciddi bir teveccühünüz var, bu o kadar değerli bir şey ki…
Yine medya eğitimleri veriyoruz diasporadaki vatandaşlarımıza. Daha önce söylediğim gibi artık algı çağındayız. Eğitimli olmak durumunda gençlerimiz. Burada bize düşen de yanlış algıların önüne geçmek. Yarın öbür gün o ülkelerde bizim gençlerimiz de bir mevkie gelebilir. İşte o sırada çıkacak bir sesin/sözün doğru çıkması gerekiyor. O yüzden yanlış algıların önüne geçerek orada doğup büyümüş gençlerimizi anavatanlarına türlü yalanlarla küstürmeye çalışanlara karşı çalışmamız gerekiyor. Bu da eğitimle olacaktır diye düşünüyoruz.
Ez cümle, aslında YTB her alana girerek, her alanda çalışarak yurtdışındaki soydaş ve akraba topluluklar ile gönül coğrafyası olarak adlandırdığımız her yerde, insanlarının yaşam standardı ve refahını arttırmaya çalışan bir kurum. Sohbetimiz boyunca bahsettiğim gibi çalışma alanımız çok geniş. Ancak malum pandemi sürecinden tüm dünya etkilendi. Haliyle bazı etkinlikler sekteye uğradı. Bu sebeple bizde, boşanma ve çocukların ailelerinden alınması ile sonuçlanan kötü olayların arttığı bu dönemi “Aile yılı” ilan ettik ve psikolog/pedagogların danışmanlığında diasporadaki vatandaşlarımıza bu konuda hizmet verme gayreti gösterdik/göstermeye devam ediyoruz. Bu süreç bittiğinde de inşallah kurum olarak eski ivmenin üzerine çıkacağımızı umuyor ve inanıyorum.
Son olarak Mart ayında internet sitemiz yeni yüzü ile gelecek. Eğitim, kültür ve akademik anlamda çok daha ciddi çalışmalarımız olacak, çok güzel bir platform haline gelecek. Herkesi takipçi olmaya davet etmek isterim buradan. Çok teşekkür ederim…"