Güney Afrika’nın Soykırım Davası ve İleriye Dönük Beklentiler

Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Birleşmiş Milletler’in (BM) en yüksek yargı organı Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açtığı soykırım davasının ilk duruşması 11 Ocak’ta tamamlandı. Dava, İsrail’in Filistinlilere yönelik uygulamalarının soykırım olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği sorusunu merkeze alıyor. Öyle ki 7 Ekim tarihinden itibaren İsrail’in saldırıları, aralarında çocuk ve kadınların olduğu sivilleri gözetmeksizin tüm Gazze halkını vurmaya devam ediyor. Bu açıdan Güney Afrika’nın hamlesi hem tarihsel bağlamda hem de uluslararası hukuki normlar açısından önemli bir örnek teşkil edebilir. Öte yandan soykırım iddialarının güçlü argümanlara dayandırılması ve UAD’nin bu alandaki yetkisi, davanın sonuçları itibarıyla ileriye dönük geniş çaplı diplomatik ve hukuki yaptırımlar doğurabilme potansiyelini artırıyor. Lahey’de gerçekleşen duruşmanın ardından yüksek mahkemenin öncelikli olarak İsrail’in Gazze’deki tüm askeri operasyonlarını durdurması için ihtiyati tedbir kararı verilmesini görüşmesi bekleniyor.

Güney Afrika’nın İddiaları ve Davanın Çıkış Noktası

Güney Afrika’nın İsrail’e yönelik soykırım iddiaları, bir bütün olarak İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı politikaların tamamını kapsıyor. Buna paralel olarak suçlamalar, uluslararası hukukta tanımlanan soykırım kriterleriyle ilişkilendirilmekle beraber İsrail’in Filistin topraklarında yürüttüğü askeri ve siyasi faaliyetlerin bu kriterlere uyup uymadığını sorguluyor. Bu noktada Güney Afrika, İsrail’in eylemlerinin Filistinlilerin temel haklarına ve uluslararası insan hakları normlarına aykırı olduğunu öne sürerek bu durumun soykırım olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. İsrail’in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği askeri operasyonların şiddeti (hastane, okul ve sivil alanların bombalanması), yerleşim politikaları ve özellikle 7 Ekim sonrası Gazze’ye gönderilen insani yardım malzemelerinin kısıtlanması gibi somut örnekler, soykırım iddialarını güçlendiren unsurlar arasında sayılabilir. 

Ancak bununla beraber Güney Afrika tarafı, iddiaların kanıt niteliğini artırmak için İsrailli yetkililerin söylem ve açıklamalarını hesaba katıyor. Buradaki temel amacın Filistin ve Gazze halkı üzerinden yapılan benzetmeler ile İsrail’in soykırım niyetini UAD yargıçlarına göstermek olduğu söylenebilir. Güney Afrika tarafı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun da dahil olduğu 8ıüst düzey İsrailli yetkilinin açıklamalarını, soykırım niyetinin kanıtı olarak öne sürdü. Örneğin, Netanyahu’nun Filistinlileri Amalek’e benzetmesi, soykırım niyetinin ima edildiği şeklinde yorumlanmaktadır. Amalekler, Tevrat’ta “İsrailoğullarının sadık düşmanı” olarak geçmektedir. Bundan hareketle Netanyahu’nun Tevrat’tan alıntı yaparak “Şimdi gidin ve Amalek’i vurun. Sahip oldukları her şeyi tamamen yok edin ve onları bağışlamayın hem erkeği hem de kadını, bebekleri ve emzirenleri, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün” açıklamaları, bu argümanı güçlendirmektedir. 

IMG-20240115-WA0018

Güney Afrika’nın bu iddialarına karşılık İsrail tarafı tüm suçlamaları reddetmekte ve iddiaları uluslararası hukuk ve kendi güvenlik politikaları çerçevesinde ele almaktadır. Filistinlilere yönelik politikalarını meşru müdafaa altında gerekçelendiren İsrail tarafı savunmasında, Filistin topraklarında gerçekleştirdiği askeri operasyonların ve sivil halka yönelik uygulamalarının, savunma hakkı altında gerçekleştiğini öne sürmektedir. Diğer taraftan İsrail, uluslararası kamuoyunda ve diplomatik arenada da benzer yönde bir strateji izleyerek çoğunluğu kadın ve çocukların oluşturduğu 23 bin sivilin hayatını kaybettiği saldırıları aklama yoluna başvurmaktadır. Buna ek olarak İsrail tarafı, Gazze halkıyla değil Hamas ile savaş halinde oldukları yönündeki retoriği kullanmaktadır. 

Uluslararası Tepkiler ve Davanın Yansımaları

İsrail’e yönelik soykırım davası, bölgesel ve uluslararası ölçekte farklı tepkilere neden oldu. Bu bağlamda bazı ülkeler ve uluslararası kuruluşlar, Güney Afrika’nın bu hukuki adımını uzun süredir devam eden Filistin-İsrail çatışmasının seyri ve çözümü açısından oldukça kritik bulurken bazı ülkeler, uluslararası hukukun sınırları ve etkinliğinin tartışmalı doğası nedeniyle her ne kadar haklı gerekçelere dayansa da davanın mevcut gerginlikleri artırabileceği şüphesiyle konuya yaklaşmaktadır. Türkiye başta olmak üzere Müslüman çoğunluklu ülkelerin tamamı dava sürecine olan desteğini beyan etti. Bunun dışında Avrupa Parlamentosunun (AP) İrlandalı üyeleri Clare Daly ve Mick Wallace, Lahey’deki UAD binasının önündeki Gazze’ye destek gösterilerine katıldılar. İrlandalı üyeler, Mahkemenin dava süreci boyunca iç ve dış baskılara maruz kalabileceğini ve ne ölçüde tarafsızlığını koruyacağının tartışmalı olduğunu gündeme getirmişlerdir. Buna karşın Almanya, davanın ardından İsrail’e desteğini açıklayan ilk ülke oldu ve Almanya’nın tutumu BM içinden ciddi tepkilerle karşılaştı. BM Sağlık ve Konut Hakkı Raportörleri, sırasıyla sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarda, Almanya’nın İsrail lehine taraf olmasının ülkenin tarihsel ve siyasi sorumluluklarıyla örtüşmediğini belirttiler. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşının ardından kabul edilen 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi Sözleşmesine bağlı devletlerden birisi olduğu ve geçmişinde bir devlet politikası olarak soykırım uygulamalarına başvurduğu düşünüldüğünde bu yaklaşımın ciddi çelişkilere neden olduğu söylenebilir. 

Gelecek Senaryoları

Yukarıda da belirtildiği üzere Güney Afrika, UAD’den İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonlarını derhal durdurmasını talep ediyor. Ancak, İsrail’in böyle bir kararı muhtemelen dikkate almayacağı ve ilgili karara uyma zorunluluğunun olmadığı kabul ediliyor. Öyle ki UAD’nin teorik statüsü, uluslararası hukukun en yüksek mahkemesi olarak taraf ülkeler için kararlarını bağlayıcı kılar. Ancak, bu kararların pratikte uygulanabilirliği sınırlıdır, çünkü mahkemenin zorlama gücü yoktur. Örneğin 2022’de UAD, Rusya’ya Ukrayna’daki askeri operasyonlarını durdurma talebinde bulunmuş, fakat bu talep Rusya tarafından göz ardı edilmişti. Benzer olarak İsrail’in UAD’nin kararına tepkisi, genel olarak uluslararası toplumun bu tür kararlara verdiği tepkilerle paralellik gösterebilir. İsrail pek çok kez olduğu gibi yine insan hakları ve uluslararası hukuk normlarını hiçe sayarak ve kendi güvenlik politikalarını ve ulusal çıkarlarını öncelikli tutarak mahkemenin kararını uygulamayı reddedebilir. Dolayısıyla daha geniş anlamda, UAD’nin kararları ve kendisi, uluslararası toplum içinde hukuki ve ahlaki bir otorite olarak kabul edilse de uygulamada devletlerin egemen kararlarına bağlı kalır. 

750x450_515597-international-court-of-justice-south-africa-israel-palestine

Diğer taraftan UAD’nin Güney Afrika’nın talebi üzerine hızlı bir karar vermesi mümkün olabilir, nitekim İsrail’in soykırım yapıp yapmadığına dair nihai bir kararın alınması yıllar sürebilir. Ancak UAD’nin Güney Afrika lehine karar vermesi, Gazze’deki insani durum hakkında farkındalık yaratacağı gibi daha genel anlamda Filistin lehine diplomatik etkiler yaratabilir. İlgili karar, Filistinlilerin mağduriyetinin tanınması ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesi açısından önem taşıyabilir. Ayrıca, uluslararası toplumun İsrail’e yönelik politikalarını daha mesafeli bir çizgiye çekmesi ve Filistin davasına desteğini artırması muhtemel beklentiler arasında gösterilebilir. Mahkemenin Güney Afrika lehine olası kararı, Avrupa’da Filistin haklarını savunan sivil toplum kuruluşlarını (STK) ve aktivist grupları da yeniden tetikleyebilir. Özellikle Avrupa’daki sol görüşlü muhalif hareketler, Filistin meselesini seçim kampanyalarının önemli bir bileşeni olarak merkeze almaktadırlar. AP içindeki İrlandalı yargıçların açıklamaları, Filistin davasına yönelik oluşmaya başlayan tabanın göstergesidir. 

Sonuç olarak Lahey’de başlayan dava süreci, İsrail’in sivillere yönelik şiddet eylemlerinin durdurulması ve uluslararası literatürde ‘soykırım’ adını alması açısından hayati bir adımdır. Bu noktada UAD’nin tarafsızlığı ve dış baskılara maruz kaldığı durumlarda nasıl bir tutum sergileyeceği dava sürecinin akışı açısından önemli olacaktır. Hiç şüphesiz İsrail’in kısa-orta vadede yöneltilen iddiaları reddedeceği ve ‘milli güvenlik’ algısını kullanacağı beklenebilir. Bunun yanında dava süresi boyunca İsrail’in etkili müttefikleri üzerinden genel bir propaganda ve dahası ilgili ülkelere diplomatik baskılar uygulayacağı ifade edilebilir.

Yazar: Fuat Emir Şefkatli

Editör : SavunmaTR Editör Birimi

Buy JNews Buy JNews Buy JNews
REKLAM

Benzer Haberler

Hoşgeldiniz

Aşağıdaki hesabınıza giriş yapın

Şifrenizi Sıfırlayın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi giriniz.