18 Mayıs 1944: Kırım-Tatar Sürgünü

[wpcc-iframe src=”https://open.spotify.com/embed/episode/0CakjDgFHspia9xaeJheAf” width=”100%” frameborder=”no” height=”152″ scrolling=”no” allowtransparency=”true” allow=”encrypted-media”]

“Ne yazık ki, üstün olduklarına dair saçma teoriler benimseyen Nazilerin ideolojisinden çoğu yeniden kullanılmaya çalışılıyor. Bugün ellerinde yüz binlerce insanın kanı olan hainleri ve suçluları haklı çıkarmak için tarihi yeniden yazma denemelerini, yok edilememiş cezalandırıcıları ve takipçilerini görüyoruz. Halkımız bunun neye yol açtığını iyi biliyor.”

9 Mayıs 2021 günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yukarıdaki cümleleri Rusya’nın “Zafer Günü” kutlamalarında zikretti. 9 Mayıs 1944’te Almanya’nın resmen mağlup olduğunu kabul etmesi münasebetiyle kutlanan zafer gününün tarihsel olaylar çerçevesinde değerlendirilmesi halinde Rusya’nın, “ellerinde yüz binlerce insanın kanı olan” sıfatından çok da uzak olmadığı görülecektir. Çünkü Rusya’nın yüz binlerce masumun yaşamını yitirmesine neden olacak sürgün emirlerini vermesi, söz konusu mağlubiyet ilanının hemen ardından gerçekleşmiştir.

Hitler; Kafkasya’daki petrol yataklarına ulaşmak, Rusların Karadeniz’e hakim olmalarını engellemek ve Türkiye’ye diplomatik baskı uygulamak için Kırım coğrafyasına önem veriyordu. Haziran 1941’de Alman ve Sovyet orduları arasında şiddetli çatışmalar başladı. Doğuya doğru hızla ilerleyen Almanlar, haziran sonunda Minsk’i işgal etti ve ekim ayında da Moskova ve Leningrad yakınlarına kadar geldi. 30 Kasım 1941’e gelindiğinde, Akyar (Sivastopol) hariç bütün Kırım, Alman hakimiyetine geçti. Temmuz 1942 tarihinde ise Almanlar, Kırım’ın tamamını ele geçirdi. Sovyet ordusu pek çok farklı milletten oluşuyordu. Kırım’da Almanlara esir düşen askerlerin çoğu da Rus kökenli olmayanlardı.

Almanlar ile iş birliği

Sovyet rejimi kurulurken Lenin’in ortaya attığı ve Rus kökenli olmayanlara yönelik söylediği “dilinizi, dininizi ve kültürünüzü özgürce yaşayacaksınız” vaadinin, Çarlık yönetimine karşı taraftar toplamak adına atılan bir “yem” olduğunun anlaşılması çok uzun sürmedi. Rusya’nın hüküm sürdüğü topraklardaki Türkler ve Müslümanlar, Bolşeviklerin hukuk ya da ahlaka sığmayan uygulamalarına maruz kalıyor, toprakları işgal edildiği yetmezmiş gibi “öz vatanında parya” muamelesi görüyor ve başta aydın kesim olmak üzere çok sayıda insan kıyıma uğruyordu. Sovyet döneminde Sibirya’ya sürgün meselesi de oldukça gündemdeydi. Bolşevikler “rejime karşı tehdit” diye yaftaladıkları pek çok kişiyi, sorgusuz sualsiz sürgün ediyordu. Bunların çoğunun toplum hafızasını inşa eden aydınlardan olması, elbette tesadüf değildi. Bütün bu zulümlerden bıkan halkın arasında keskin bir muhaliflik peyda olmuştu. Nitekim ezilen toplumların önde gelen isimleri Rus baskısından kaçarak Avrupa, ABD veya Türkiye’ye gidiyor; burada çeşitli temaslarda bulunuyorlardı.

Aydınların muhtelif temasları, Almanların Kırım’ı işgalinin ardından bir Türkistan Lejyonu kurulması ve esir askerlerden oluşturulan kuvvetin Sovyetlere karşı kullanılması fikrinin oluşum aşamasında da etkili oldu. 2 Ocak 1942’de yapılan bir toplantı neticesinde, Kırım Türklerinden gönüllü olarak asker alınmasına karar verildi.

İki seçenek: Savaş ya da ölüm

Savaşlarda esir düşen askerlere yapılan muamelede, askerlerin bağlı oldukları devletin tutumu oldukça önemliydi. Sovyet rejimi esir düşen askerlerine hiçbir surette sahip çıkmıyor, onları adeta ölüme terk ediyordu. Esir olarak düşen askerlerden bizzat aktarılanlara göre temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve Alman askerlerinin aşağılık tutumlarıyla karşılaşan çok sayıda asker yaşamını yitiriyordu. Almanların yaptığı gönüllü asker olma teklifi, en başta yaşama tutunmak için yeni bir şanstı. Ancak Türkistan Lejyonu’nda yer alan askerlerin başat motivasyonu -tıpkı Almanların servis ettiği gibi- “yurtlarını geri kazanmaktı”. Görünüşte düşman safında olup yurda geri kavuşmak düşüncesi ne kadar enteresansa, Rusya’nın bu coğrafyalarda haklı bir hakimiyete sahip olduğunu düşünmek da aynı derecede uygunsuzdur. Kırım Tatarları, ister Alman ister Rus safında yer alsınlar; her iki türlü de işgalci güçlere karşı savaşır durumdaydılar.

Batılı kaynaklara göre Kırım Türklerinin yalnızca yüzde 10’u Almanlar ile iş birliği içerisindeydi. Kırım Türklerinden Sovyet çetecileri arasında yer alanlar da vardı. Almanlarla iş birliği yapanların oranı -tıpkı Rusya kaynaklarının aktardığı gibi- isterse çok yüksek bir oran olsun, Alman safında mücadele verenler yine kadim bir düşmanın karşısına geçmiş oluyordu. Bu sebeple Rusya’nın kullandığı ve 9 Mayıs günü Putin’in zikrettiği “hain” yaftası, manasızlığını koruyor denilebilir.

Sürgün: “15 dakikanız var” 

Almanların Kırım’ı işgalinden 2 yıl sonra yavaş yavaş Sovyet güçlerinin üstünlüğü artmaya başladı. Kasım 1943’te Stalingrad’da Sovyet güçleri, Alman ordusuna karşı kayda değer bir başarı elde etti. Burada Kırım’ın anahtarı olarak da düşünülebilecek Orkapı’yı ele geçiren Sovyet ordusu, 10 Nisan 1944’te Kırım’a girmeyi başardı ve böylece Kırım, bir diğer düşman unsurun eline geçmiş oldu.

Almanların resmen mağlubiyeti kabul etmesinin ardından Sovyet yönetimi, bütün Kırım Türklerini hain ilan ederek sürgüne tabi tuttu. Öyle ki rejim, sürgün politikasını kusursuz bir şekilde gerçekleştirmek için Devlet Özel Sürgün Komisyonu adında bir kurumu meydana getirdi. Gecenin bir saati Kırım Türklerinin evini basan Sovyet askerleri “15 dakika içinde yolculuk için hazırlanın. Elinizde taşıyabileceğiniz ne varsa yanınıza alın.” cümleleriyle, 18 Mayıs günü büyük kıyımı başlatmıştı. 

Askerlerin “yolculuk” dediği hayvanların taşındığı vagonlara insanları bindirerek Orta Asya’ya kadar sürmekti. Yolda yüzlerce insan yaşamını yitirdi, yolda ölmeyenlerin çoğu da gittikleri coğrafyaya uyumsuzluk ve bakımsızlık gibi faktörlerden dolayı hayatını kaybetti. 

Almanların işgali esnasında Alman ordusunun mensupları da Kırım coğrafyasında çoğu kişiyi öldürmüştür. II. Dünya Savaşı ve savaşın yaşandığı bölgelerde kıyıma uğrayan pek çok insanın kanı Putin’in de dediğini gibi “üstün olduklarına dair saçma teoriler benimseyen Nazilerin ideolojisi”nden kaynaklanıyor olabilir; ancak “Büyük Rusya” idealiyle, hiçbir hak talebinde bulunması mümkün olmayan coğrafyalarda yaşayan halklara baskı uygulamaya devam eden Rusya’nın başkanının bu konu hakkında iddialı cümlelere yer verebilmesi yalnızca çelişkiden ibarettir. 

Rus savunma sanayiinin önde gelen ürünlerinin sergilenmesi, intizamla dizilmiş askerler ve ihtişamlı atmosfere ek olarak yapılan top atışlarıyla kutlanan zafer günü, aynı zamanda, Rusya’nın işgal ettiği topraklarda bulunan ve sürgün edilen çok sayıda insanın ölüm yıl dönümüdür. 

Editör : SavunmaTR Haber Merkezi

Buy JNews Buy JNews Buy JNews
REKLAM

Benzer Haberler

Hoşgeldiniz

Aşağıdaki hesabınıza giriş yapın

Şifrenizi Sıfırlayın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi giriniz.