Oruç Reis’in hayali; Cezayir

“Reisim, İspanyolların kalesini alarak kovdukları bir emire yardım etmek ve yakın zamanda Hristiyanların eline düşmüş bulunan bu şehri kurtarmak Müslümanlık gereğidir.”

İşte her şey Barbaros kardeşlerden Oruç Reis’in, Cezayir üzerine yürüme fikrine karşın aldığı bu cevaptan sonra başladı. Oruç Reis’in aklında Kuzey Afrika’da bir devlet kurma fikri uzun zamandır vardı ancak doğru zamanı bekliyordu. Kaptanlarından duyduğu bu sözün üzerine fikir daha da netleşti ve artık devlet kurmanın zamanının geldiğini anladı. Oruç Reis’in devlet kurması için önünde dört tane seçenek vardı, bunlardan ilki Libya’ydı. Ancak Libya o dönemde ikiye bölünmüş durumdaydı, bir yarısını Memlüklerin diğer yarısını ise İspanyolların yönettiği Libya’da durum bu şekildeyken burada bir devlet kurmak Oruç Reis’in aklına yatmadı.


(Oruç Reis)

Bir diğer seçenek de Tunus’tu. Ancak Tunus’un durumu da Libya’dan farklı değildi. Libya’dakinin aksine Tunus tek elden yönetiliyordu. Tunus’u yöneten Hafsi Hanedanı eski gücünde değildi ancak Tunus devlet kurmak için doğru adres değildi çünkü her ne kadar zor durumda olsa da Hafsi Hanedanı yüzyıllardır Tunus’u yönetiyordu ve Müslüman bir hanedanı ortadan kaldırmak Oruç Reis’in işine gelmiyordu.

Oruç Reis ve kaptanlarının aklına o sırada Fas geldi ancak Fas da uygun bulunmadı. Fas’ta bulunan Merini Hanedanı da köklü bir hanedandı ve tıpkı Tunus’ta olduğu gibi Müslüman bir hanedanı ortadan kaldırmak içlerine sinmiyordu.

Ancak Cezayir’de durum farklıydı. Cezayir hem Tunus’la Fas’ın arasında bulunan ve jeopolitik olarak çok önemli bir ülkeydi hem de Cezayir’i almak Akdeniz’deki etki alanlarını arttırmak demekti.


(İlam Ansiklopedisinde yer alan Cezayir haritası)

Kuzey Afrika’daki dengeler bu şekildeyken fetih için en uygun coğrafya Cezayir olarak belirlendi.

Cezayir o dönemde siyasi olarak son derece çalkantılıydı. Bir taraftan Araplar diğer taraftan İspanyollar Cezayir halkını bunaltıyordu. Cezayir’in bu ikiye bölünmüş yapısı, Oruç Reis ve beraberindekilerin önünü açıyordu ve hayal kurdukları devlete yaklaşmalarını sağlıyordu. Oruç Reis ve taifesinin Akdeniz’deki faaliyetlerine “korsan” olarak değil “hükümdar” olarak devam edecekleri anlaşılıyordu.

Yerel literatüre göre o zamanların korsanlık anlayışı günümüzdekinden biraz daha farklıydı. Öyle ki, söz konusu faaliyetler bir deniz gazası olarak da kabul edilebiliyordu. Nitekim devletin tanıdığı kurallar çerçevesinde korsanlık yapanlar da vardı. Elbette bunun tam tersi de olabiliyordu. Osmanlı Devleti’nin donanma çıkaramadığı zamanlarda tercih ettiği seçeneklerden biriydi. Örneğin II. Beyazıt döneminde 1495’e kadar denizlerde faaliyet göstermeye cesaret edilemedi. Bunun sebebi Cem Sultan tehdidiydi. Öte yandan maliyetinin düşük olması da yöneticilerin korsan faaliyetlerini desteklemesinin bir sebebiydi.

Cezayir halkının Arap ve İspanyol baskısından bıkmışlığı da Oruç Reis’e cesaret veriyordu. Cezayir halkının Oruç Reis’i istemesi ve bunun üzerine Cezayirli bir heyetin Oruç Reis’i davet etmesi, Barbaros Kardeşleri harekete geçirdi. Artık hayalini kurdukları devlete çok yaklaşmışlardı.


(Cezayir’de bulunan Oruç Reis anıtı)

İlk olarak Cezayir’i ve Cezayir’in batısındaki Şerşel’i ele geçiren Oruç Reis, Şerşel ve Cezayir’in Hükümdarı olduğunu açıkladı. Oruç Reis artık hayallerine ulaşmıştı, Kuzey Afrika’daki faaliyetlerine korsan olarak değil hükümdar olarak devam edecekti.

Cezayir ve Şerşel’in fethinin hemen akabinde Tenes ve Tiliman’ı ele geçiren Oruç Reis, İspanyolların yaptığı bir baskında göğüs göğüse çarpışırken şehit düştü.


(Kanuni Sultan Süleyman ve Barbaros Hayrettin Paşa görüşmesini simgeleyen miyatür)

Oruç Reis’in şehadetinin ardından Cezayir’in başına kardeşi Hızır Reis (Barbaros Hayreddin Paşa) geçti. Barbaros’un o coğrafyada hayatta kalması için Osmanlı İmparatorluğu’nun desteğine ihtiyacı vardı ve bunun için dönemin sultanı Yavuz Sultan Selim’e elçiler ve hediyeler yolladı. Barbaros’un bu tutumunun üzerine Yavuz Sultan Selim kendisine para, asker ve ağaç yardımında bulundu. Orta Asya’da denizden uzak olan ancak nehir ve göllerle alaka kuran Türk milletinin, denizcilik faaliyetlerinde gelişmesinin elzem olduğunu bilen Yavuz, bu alana önem veriyor ve Haliç Tersanesi’ni imparatorluk tersanesi haline getirmek gibi önemli atılımlar yapıyordu. Hülasa, iki tarafın ilişkisi karşılıklı faydayı beraberinde getirdi.

Osmanlı himayesi altında Cezayir’i yöneten Barbaros, Kanuni Sultan Süleyman döneminde kendisine yapılan davet üzerine 1534 yılında payitahta geldi. Kanuni Sultan Süleyman’la yaptığı görüşmenin ardından Barbaros’a Cezayir Beylerbeyliği ünvanı ve Kaptan-ı Deryalık tevdi edildi. Barbaros’un gelmesinden sonra Kaptan Paşalık, Beylerbeyliği statüsüne çıkarıldı. Gelibolu da Cezayir-i Bahsi Sefid’in bağlı olduğu merkez oldu. 

İdari olarak kara yöneticisi buraları da yönetiyordu ama sefer söz konusu olduğunda işler değişiyordu. Deniz bölgelerinin korsan kökenli liderler tarafından yönetilmesi Osmanlı’nın önde gelen isimleri tarafından daima öneriliyordu. Buna örnek olarak; denizcilikteki eksiklikleri gidermek için Katip Çelebi tarafından yazılan Tuhfetü’l-Kibar Esfâri’l-Bihar isimli eserde veya Lütfi Paşa’nın genel sorunlardan bahsettiği Asafnâme eserinde, Kaptan Paşa’nın denizcilik kökenli biri olması gerektiği belirtilmiştir.

Editör : SavunmaTR Haber Merkezi

Buy JNews Buy JNews Buy JNews
REKLAM

Benzer Haberler

Hoşgeldiniz

Aşağıdaki hesabınıza giriş yapın

Şifrenizi Sıfırlayın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi giriniz.